1001 Belgesel
13. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali bu cuma yani 29 Ekim'de başlıyor. 4 kasım'a kadar sürecek olan etkinliğin gösterim mekanları Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Muammer Karaca Tiyatrosu ve Goethe Entitüsü.Festival kapsamındaki bütün gösterimler ücretsiz!
Detaylı bilgi için: www.1001belgesel.net
İyi seyirler!
Crimen Ferpecto: Palyaço modası bu sene çok tuttu!
sözde yazar
Salı, Ekim 26, 2010
Álex de la Iglesia
,
film
,
komedi
,
korku
,
sinema
,
suç
Hiç yorum yok
Álex de la Iglesia ile tanışman tv'de, yanılmıyorsam cnbc-e'de "Halkımız avanta peşinde" çevirisiyle "La comunidad" filmini tesadüfen izlememle oldu. Bu matrak filmi araştırıp kaynağından başka filmler çıkarmak şart artık.Crimen Ferpecto, ingilizce çevirisyle Perfect Crime , 2004 yapımı bir Álex de la Iglesia filmi. Tür olarak Komedi, suç ve korku olarak tanıtılmış. İnanın daha fazlası var. Absürtlük, eleştiri, sosyal mesaj, aksiyon, heyecan...
Filmi tek kelimeyle özetlemem gerekseydi eğer, modern zamanda insan, insan ilişkileri, toplum ve dayatılmış tüm ögeler üzerine absürt bir suç komedisi derdim. Çok güleceğinizi garanti ederek tabi.
Neyse ki bunu yapmak zorunda değilim ve filmden uzun uzun bahsetmek istiyorum.
Rafael González Madrid'in en büyük alışveriş merkezinin kadınlar bölümünde satış görevlisi olarak çalışmaktadır. Kadınlarla arası oldukça iyi olan Rafael, her şeyin en iyisini isteyen, yaşam standartlarını yükseltmek için elinden geleni yapan ve lüksü oldukça seven bir adamdır. Tüketim toplumunun ideal insan tanımlası eminim Rafael'dir.
Mağaza müdürünün ölmesiyle erkek bölümünde çalışan Don Antonio ile arasında kıyasıya bir rekabet başlar. En çok satışı yapan yeni müdür olacaktır. Alışveriş merkezinde doğan ve orada ölmeye kararlı olan Rafael son anda kaybeder.
Don Antonio artık yeni mağaza müdürüdür. Tartıştıkları bir anda Rafael kazayla Don Antonio'yu öldürür. Ve elbette cinayeti bir kadın görmüştür.
Rafael yaşama amacı ve ideallerinin topyekün tersinde olan bu şahitle yaptığı suç ortaklığına ne kadar dayanacaktır? Şahit Rafael'den ne talep eder? Filmin bundan sonrası çok daha komik ilerlemekte.
Álex de la Iglesia, filmde insana oldukça eleştirel bir gözle bakar. Aç gözlülük, kibir gibi insanı itici yapan detayları, dayatılan ideal insan modelini, modayı , güzel ve çirkini algılama biçimimizi eleştirir. Ve bütün bunları güldürerek, olabildiğince doğal yapar.
Klişe olacak biliyorum ve buna rağmen söylüyorum güldürürken düşündürdü:) İzleyin.
Filmden notlar:
Arcade Fire'den HTML 5 Klip
sözde yazar
Salı, Ekim 19, 2010
Arcade Fire
,
Google Streetview
,
HTML 5
,
Müzik
,
We Used to Wait
Hiç yorum yok
Çok sevgili Arcade Fire son albümünden We Used To Wait şarkısına HTML 5 ve Google Streetview teknolojisini harmanlayarak şahane bir klip yapmış. HTML 5 teknolojisinin şimdilik tek destekçisi olan Google Chrome'u açıp aşağıdaki adresi girin ve arkanıza yaslanın. Bilgisayarınızın sesini açmayı da ihmal etmeyin.
www.thewildernessdowntown.com
Maalesef Türkiye'de Streetview olmadığından kendi geçtiğim sokaklardan izleyemedim. İsterseniz Streetview olan bir şehir ismi girebiliyorsunuz.
Şarkı, görüntüler, senkron uyumu harika. Umut verici olan diğer bir konu ise HTML'in vardığı son nokta. Gelecekte Flash'a ihtiyaç duymadan uçucaz, kaçıcaz anlaşılan.
Çocuklar sandığımız kadar masum mu?
sözde yazar
Pazartesi, Ekim 18, 2010
Kitap
,
Nobel
,
Roman
,
Sineklerin Tanrısı
,
William Golding
Hiç yorum yok
Yaşları 7 ila 12 arasında değişen bir grup çocuk; olası bir atom bombası saldırısından korunmaları için güvenli bir yere götürülürken, uçağın düşmesiyle kendilerini bir adada bulurlar. 12 Yaşında bir adaya düştüğünü ve etrafında hiç yetişkin olmadığını farkeden Ralph çok mutlu olur. Karizmatik ve güzel bir çocuk olan Ralph deniz kabuğunu öttürebildiği için lider seçilir. İlk toplantılarında tüm çocuklar bu adada çok eğleneceklerinden hem fikirdir. Mercan Adası gibi, Hazine Adası gibi...
İlk başlarda demokratik kararlar alabiliyorken, zaman ilerledikçe çocuklara yerleşen korku onları güçlü bir liderin(Jack) arkasına sığınıp kabile yönetimine geçmeye zorlayacaktır. Uygarlık ve ilkellik arasında ki o ince çizgi kaybolur. Avlanır, kan döker ve çılgın kabile dansları yaparlar. Medeniyetin beşiğinde(!), İngiltere'de iyi eğitim almış zengin aile çocuklarından bahsediyoruz. Kenar mahalleli, kör denecek kadar gözleri görmeyen, astımlı ve şişman bir çocuk olan Domuzcuk(Piggy) içlerinde en aklı başında olan çocuktur. Kimsenin önemsemediği Domuzcuk, düzeni oluşturma ve kurma konusunda aciliyet arz eden işlerin yapılmasını sağlar. Bir nevi medeni dünya ve insanlığın temsilidir.
İngiliz yazar William Golding'in 1954 yılında yazdığı Sineklerin Tanrısı(Lord of the Flies) iyi ile kötünün insanın içinde doğuştan varolduğunu, güçsüzlerin güçlüler tarafından yönetildiğini ve zayıf olanların kötü olsa da güçlüden yana olabileceğini tüm çıplaklığıyla ve doğallığıyla anlatan nobel ödüllü bir roman.
Yetişkin dünyanın baskısından ve koruyuculuğundan uzakta; medeniyet denen kültürün; hakimiyet, ego, benlik ve hayatta kalma duygularının çatışmasıyla nasıl da yıkılabileceğini anlatır. İnsani değerlerin ne yaşla ilgisi vardır, ne ırkla ne de eğitimle. Adada tüm bunlar yaşanırken dış dünyada da acımasız bir savaş devam eder.
Golding, Mercan Adası'ndan yola çıkarak bu olabilitesi yüksek hikayeyi kurgulamıştır. Hatta baş karakterlerin (Ralph ve Jack) isimleri de aynıdır. Tek farkla Sineklerin Tanrısı kötümser bir kitaptır.
Coraline ve Gizli Dünyası
sözde yazar
Perşembe, Ekim 14, 2010
animasyon
,
Coraline
,
düğme
,
film
,
Henry Selick
,
Neil Gaiman
,
Stop-motion
Hiç yorum yok
İzlemek için epeyce geç kaldığım Coraline 2009 yapımı bir Henry Selick filmi. Henry Selick'te hatırlayacağınız üzere ilk uzun metrajlı stop-motion animasyon filmi The Nightmare Before Christmas'ın yegane yönetmeni.
Fantastik edebiyat yazarı Neil Gaiman'ın aynı adlı hikayesinden uyarlanan film; mavi saçlı, meraklı ve yalnız bir kızın maceralarını anlatıyor.
Hikaye kısaca şöyle. Coraline'ın ilgisiz ebeveynleri bahçe ile ilgili yazı yazdıklarından, kalkıp dağ başına taşınırlar. Bu arada tek başına canı sıkılan kızımız, birbirinden enteresan ve değişik komşuları ile tanışır. Hepsi başka bir gezegenden olan bu karakterlerin arasında eğri boyunlu Wyborne 'Wybie' (aynı zamanda taşınılan evin sahibesinin torunu) Coraline'a çok benzeyen fakat gözlerinde düğme olan bir bebek verecektir. Bebek diğer dünyanın bir temsilcisidir. Zaten daha sonra bulduğu küçük kapıdan geçerek diğer annesiyle (The Other Mom) tanışacaktır. Diğer dünyadaki karakterlerin hepsi kendi dünyasındandır. Tek farkla, bu dünya içinde olduğu dünyanın tam tersidir. Güzel yemekler pişer, anne-baba kızlarıyla ilgilenir, bahçe çok güzeldir. Hatta çok geveze olan Wybie hiç konuşmuyordur. En önemlisi de herkesin gözlerinde düğme olmasıdır. Coraline başta bunu umursamaz. Herşeyin fazlasıyla mükemmel olduğu bu diğer dünyada sonsuza kadar kalması için yapması gereken şeyi öğrenene kadar. Gözlerine düğme dikmek. Bunu kabul etmeyen Coraline, diğer annenin gerçek yüzüyle karşılaşır.
Yalnız bir kız çocuğu, alternatif dünya arayışları gibi klasik bir konuya sahip olsa da görselliği ve yaratılan atmosfer ile hikayeyi Coraline'ın gözlerinden izliyoruz. Öyle ki başlarda rengarenk olan herşey gerçeğin anlaşılmasıyla bir anda karanlık ve ürkütücü görünüyor. Bu yönüyle film asla sadece bir çocuk filmi değil. Özellikle ikinci yarı kasvetli, karanlık ve yer yer beni de korkutan bir atmosfere sahip.
Aslında hikayenin gidişatı Alice in Wonderland (Alice Harikalar Diyarında) ile paralellik göstermekte. Ve fakat Coraline iki dünya arasında gidip gelen ve bir diğerinde kalmaya zorlanan bir kız çocuğu olarak Alice'ten farklı. Alice harikalar diyarında dostları olan bir kız ne de olsa. Coraline için bunu söylemek zor.
Stop-motion oldukça zahmetli ve sabır isteyen bir çekim tekniği. Her saniyede 24 kare göstermek aynı zamanda her karekterin duruşunu ve mimiklerini binlerce kez yapmak, ortamı maketleri tekrar tekrar tasarlamak demek. Filmin stop-motion olarak çekilmesine Henry Selick ve Neil Gaiman birlikte karar vermişler. İyi de etmişler. Stop-motion çekilmeseyi izlemesi bu kadar keyifli olmayabilirdi.
Son olarak kitabı okumadığımı belirtmek isterim. Filmden çıkardığım mesaj ise haline şükret ve hayattan ne istediğine dikkat et oldu.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder