Kompakt Disk Blog

"Dinle, oku, gör: Müzik, kitap, film"

Cuma Şarkısı: Fujiya & Miyagi - Uh!

Hiç yorum yok
Bugün 2 haftalık bir tatile çıktığım için, enerjisi yüksek bir şarkı paylaşacağım.


İngiliz grup Fujiya & Miyagi'den Uh!. Şarkı aynı zamanda Breaking Bad 1. sezonunda çaldı. İlk dinleyişim de o zaman denk düşer.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Balkanlardan Siyasi Mizah:
Ko to toma peva / Who Sings Over There

Hiç yorum yok

Ko to tamo peva (Who Sings Over There / Şarkı Söyleyen Kim) 1980 yapımı bir Yugoslavya filmi. Artık Yugoslavya diye bir ülke olmadığından Sırp filmi diyebiliriz.

Film, İkinci Dünya Savaşı döneminde geçiyor. 1941 yılında Nazi Almanya'sının Yugoslavya'ya girmesiyle, Sırplar da bu savaşa dahil olmuştur. Savaş acıyı da beraberinde getirir. Bu acı üzerinden pek çok film çekildi. Ko to tamo peva'yı farklı yapan ise savaşın etkilerini ve toplumsal sınıf farkını, mizahi bir dille anlatması.

Filmin konusuna gelirsek, toplumun çeşitleri kesimlerinden bir grup insanın otobüsle başkent Belgrad'a ulaşmaya çalışmasını izliyoruz. Bu bir grup insan arasında; askerdeki oğlunu ziyaret etmeye giden bir savaş gazisi, sakar bir avcı, hasta bir adam, kötü bir şarkıcı, Nazi hayranı olan ve bunu her fırsatta dile getiren disiplin takıntılı bir adam, şarkı söyleyen iki çingene çocuk ve sonraki durakta otobüse binecek olan yeni evli genç bir çift var. Otobüsün kontrolünü elinde bulunduran şoför ve şoförün kıt akıllı oğlunu da eklersek, birbirinden ilginç karakterlerin olduğu zorlu yolcuğu başlayabiliriz.


Çingeneler bir nevi anlatıcı konumunda. Film onların şarkısıyla açılıyor ve her bölüm sonunda yine ikilimiz şarkı söylüyor. Otobüse binerken Nazi hayranı olan adamın "çingenelerle aynı otobüse mi bineceğiz?" sorusuna maruz kalıyorlar. Otobüs şoförünün "parayı veren düdüğü çalar" cevabıyla da sorun ortadan kalkıyor. Onlar için bir dışlanma sebebidir fakat çingenelerin milliyetsiz olması en sevdiğim özellikleri. Tabi bu bizim ülkemizde yaşayanlar için geçerli değil. Ne yapıp edip onları da milliyetçi yapmayı başarmışız.


Sistemin içinde bir şekilde sindirilmiş olan bu insanların, otobüs durağındaki bekleyişiyle başlıyoruz hikayeye. Otobüs her göründüğünde çalan müzik bile başlarına gelecek acayip olaylara hazırlıyor bizi. Müzikle beraber bozkırın ortasından kırık dökük, tahta sandalyeli, sobalı eski bir otobüs geliyor. Yolcular itiş kakış otobüse biniyor. Herkes durakta beklerken, bir sonraki durakta binerim diyerek ayrılan avcı, yolda yürürken otobüse rastlıyor ve binmek istiyor. Şoför otobüse alırsa tabi. Kural kuraldır. Otobüse durakta binilir. Etrafta koca bir hiçlik olmasına rağmen bozkırın ortasında bile bu kurallara sadık kalmaya çalışan bir zihniyet var. Daha doğrusu Nazi işgalinin ve disiplinin topluma nüfuz etmesinin en güzel örneği.


Kurallara sıkı sıkıya bağlı şoförümüz, kendi ihtiyaçları için kafasına göre mola vermekte ve oğluna gözü kapalı otobüs sürdürmekte bir sakınca görmez. Durup otobüse domuz almak veya gözü kapalı bir şoför, yolcular için sorun olabilir ancak. Nereye gittiğini göremeyen bir şoförün ilk işi askeri bölgeye girmek olur. Şoför ve oğlu devleti temsil eder. Kuralları belirleyen, halkı sindiren ve gözü kapalı yaptığı ilk icraatında rotasını askere çeviren. Sonraki engel, yolun kendi tarlasından geçtiğini iddia eden ve geçiş için para isteyen bir köylüdür. Şoför ve oğlu ufak tefek köylü engelini, onu yoldan çekerek aşarlar. Sonrasında köylü iri ve kuvvetli oğullarından yardım ister ve otobüsün lastiğini patlatırlar. Şoför bu engeli kendi istediği gibi aşamayacaktır. Köylünün istediği geçiş ücretinin iki katını yolculardan toplar ve yarısını kendisi alır. Toprak sahibi ve devlet, halkı dolandırmıştır.

Yeni evli çift ile otobüse kadın bir yolcu dahil olur. "Denizi görmek için evlendim" diyerek, özgürleşmek için başka çaresi olmadığını anlatır bize yeni gelin. Zaten bu amaç için de erkekten çok çocuğa benzeyen biriyle evlenmiştir. Çiftin otobüste oynaşmasına karşı çıkan yolcular ise, ilerleyen bir sahnede, çifti ormanda gizlice sevişirken röntgenlemekte beis görmez.


Filmi daha fazla anlatmayacağım. İlerleyen sahnelerde otobüsü yine zorlu engeller beklemektedir. Otobüsün bir türlü Belgrad'a gidemeyişi ve bu yolculuk süresince başlarına gelen olayları izliyoruz. Mizah dozu yerinde ve alt metinleri çok sağlam bir film. İzlerken kahkaha atabilirsiniz. Tam "güldürürken düşündürdü" cinsinden.

Sözün özü ben filmi çok sevdim. imdb.com'da 8.8'lik bir puana sahip olmasına rağmen az bilinenlerden. Öyle ki filmin tamamı Youtube'a yüklenmiş.

Tarz olarak örnek vermek gerekirse, ünlü Sırp yönetmen Emir Kustarica'nın Underground (Yeraltı) filmine benzetilebilir. Underground'da da Yugoslavya'nın parçalanışı metaforlar ve mizahi bir dille anlatılıyordu.

İyi Seyirler.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Cuma Şarkısı: Passenger - The Way That I Need You

Hiç yorum yok

Bu cumanın şarkısı İngiliz müzisyen Passenger'dan. Passenger Haziran 2014'te yeni albümü Whispers'ı piyasaya çıkardı.

Ben daha eski bir şarkısını paylaşacağım. Uzun zaman dinlemediğim zaman özlediğim bir şarkı olan The Way That I Need You. Mükemmel değil belki fakat sakinlik ve naiflik var bu şarkıda. Videoyu izlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bazen yavaşlamak gerekir, daha sakin ortamlar, sessizlik ve yalnızlık istersin. İşte böyle bir şarkı.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

The Black Keys'ten Harika Bir Şarkı: Weight of Love

Hiç yorum yok
Sevdiğim gruplardan The Black Keys'in Turn Blue albümü Mayıs 2014'te piyasaya çıkmış bulunmakta. Dan Auerbach(vokal, gitar) ve Patrick Carney(davul) ilk stüdyo albümlerini 2002'de çıkardı. Turn Blue, The Big Come Up(2002)'tan bu yana ikilinin 8. albümü.


Grubu keşfim 2010 yılında çıkan Brothers albümüne dayanıyor. Hem Brothers hem de 2011 yılında çıkan El Camino baştan sona dinlenebilecek kalitede güzel albümlerdir. Dinledikçe daha da çok sevilir.


Albümün tamamını henüz dinlemeden açılış şarkısına takılıp kaldım. Albüm, 7 dakikalık uzun bir şarkı olan Weight of Love ile açılıyor. Hem elektronik hem blues hem de psychedelic sound'un hakim olduğu şarkıya gerçekten bayıldım. Pink Floyd tadı da almak mümkün. Şahane bir şarkı olmuş. Önümüzdeki günlerde ne dinleyeceğim belli oldu. Weight of Love.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Filistin'den Bir Aşk ve İhanet Hikayesi: Omar

Hiç yorum yok

Hany Abu-Assad'ın yazıp yönettiği Omar, 2013 tarihli bir Filistin yapımı. Geçtiğimiz sene En İyi Yabancı Film dalında Oscar'a aday gösterilme başarısını yakalayan film. Tabiki Oscar'ı kazanamadı fakat bu sayede filmden haberdar olduk.

Filistin'de yine tüm dünyanın gözü önünde siviller bombalanıyor. Kuruluş amacı dünyadaki savaşları önlemek olan Birleşmiş Milletler de seyrediyor. 40'lı yıllardan itibaren toprakları işgal edilen ve devasa duvarlar arasında yaşamak zorunda kalan bir halk. Empati kurmak bile çok zor.

Ömer de bu duvarlar arasında yaşayan bir fırıncı. Çocukluk arkadaşları Tarık ve Emjet ile buluşmak için o devasa duvarları tırmanıp geçen bir adam. Tarık'ın kız kardeşi Nadya'ya gönlünü kaptırmış. Nadya'da Ömer'i seviyor. O topraklarda aşk ne kadar yaşanabilirse.



Ömer, Tarık ve Emjet Kudüs Muhafızlarından. Özgürlük hayalleri kurup savaşmak istiyorlar fakat düşman İsrail, istediği zaman gözünü kırpmadan sivilleri de öldürebilen bir orduya sahip. Böyle esaret altında yaşarken kaybedecek çok şeyin olmaz. Ailen, sevdiklerin vardır ve onlarla tehdit edilirsin. Düzenledikleri bir suikastta tetiği kimin çektiğini öğrenmek isteyen İsrail, her türlü işkenceyi yapıyor.



Peki ya gerçek düşmanlar. İsrail ne yapsa şaşırmayız artık. Ömer'in uğradığı ihanet en yakınındakinden geliyor maalesef. Ve bu ihanet üzerinden tüm hayatı şekilleniyor.

Ömer, tek başına bir aşk hikayesi değil. Aşk hikayesi üzerinden ihanet, direniş, özgürlük, arkadaşlık ve İsrail-Filistin sorunu anlatılıyor. Hikayesini anlatırken öyle doğal ki tam da olması gerektiği gibi. Bu sebepten filmi daha çok seviyoruz. Bir kahraman yok, sadece gerçekler var. Zaten bu şartlar altında bir grup Filistinli'nin kahraman olma gibi bir lüksü de yok.



Filmin açılış sahnesini çok sevdim. Orada yaşamanın sürekli kaçmak anlamına geldiği fikrine alışarak başlıyoruz böylece hikayeye. Ömer, her şey yolundayken o devasa duvarları geçebiliyor. ihanete uğradığını öğrendiğinde ise bu iş eskisi gibi kolay olmuyor. Duvara tırmanamıyor. Her şeyin değiştiğini ve asla eskisi gibi olamayacağını o an anlıyoruz.

Üstünde konuşulması, yazılması bile çok zor olan bir mesele hakkında böyle naif ve güzel bir film çektiği için Hany Abu-Assad'ı takip etmek gerek.

İyi seyirler diliyor ve filmin fragmanı ile yazımı noktalıyorum.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Cuma Şarkısı: The Skints - Can't Take No More

Hiç yorum yok
Bugünkü şarkımız 2005 yılında kurulan Londralı grup The Skints'ten Can't Take No More. Reggae, ska, dub, punk & hip-hop tarzlarında müzik yapan grup sound'unu 'East London Reggae' olarak adlandırıyor.



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Pink Floyd'dan Yeni Albüm: The Endless River

Hiç yorum yok
Pink Floyd gitaristi ve solisti David Gilmour'un eşi Polly Samson, cumartesi günü aşağıdaki tweet'i attı. Pink Floyd'un yeni bir albüm hazırlığında olduğunu söyledi. Hatta tarih verdi ve Ekim ayında "The Endless River" adlı albümün piyasaya çıkacağının duyurusunu yaptı.

Samson, ayrıca 'Rick Wright'ın 1994 yılındaki bestelerine dayanıyor ve çok güzeller' diyerek içerikten bahsetmiş oldu.


94 yılında piyasaya çıkan The Division Bell albümünün üstünden 20 yıl geçti. Yeni albümde, The Division Bell kayıtları sırasında bestelenen ve albümde kullanılmayan şarkıların olacağı söylentiler arasında.


Merakla bekliyoruz. Bu haber üstüne bir Pink Floyd şarkısı dinlenir.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder