Kompakt Disk Blog

"Dinle, oku, gör: Müzik, kitap, film"

Cuma Şarkısı: Arcade Fire / Reflektor

Hiç yorum yok
Bugün seçtiğim şarkı Kanadalı grup Arcade Fire'dan. Grupla tanışıklığım 2010 yılında çıkan The Suburbs adlı harika albümü keşfetmem ile başladı. 2004 yılından itibaren 4 stüdyo albümü çıkaran grup her geçen gün müzik kalitesini artırmakta. 2013'te yayınlanan son albümleri Reflektor'ün her şarkısı keyifle dinleniyor.

Reflektor aynı adlı albümün çıkış şarkısı. David Bowie şarkılarını andırıyor, bu yüzden daha çok seviyorum bu şarkıyı. Ayrıca şarkı kadar güzel bir videoya sahip.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

İzlediğim En Komik 50 Film

Hiç yorum yok

Komedi filmleri genelde küçümsenir, kimsenin en favori filmleri arasına girmez. Benim içinse komedi filmleri vazgeçilmez. İyi mizah insanı mutlu eder ve eğlendirir. Son dönemlerde istediğim tarzda komedi filmi bulamaz oldum. Googlelayıp bulduğum tüm zamanların en iyi komedi filmleri listelerinden güzel örnekler de izledim. Fakat bu listelerde hep üst sıralarda olan ve neredeyse hiç gülmediğim Caddyshack gibi filmler yüzünden bu listeyi yapıyorum. Mizah biraz da kültürle alakalı olduğundan, içinde Chevy Chase olsa da -ki gerçekten komik filmleri vardır- golf temalı bir film bize pek komik gelmeyebilir.

Benim gibi bu sıkıntıyı yaşayanlara faydalı olması için bir liste hazırlamaya karar verdim.

1. Safety Last (1923, Harold Lloyd)
Safety Last, benim izlediğim en komik film. 1923'te çekildiğini ve herhangi bir diyalog içermediğini göz önünde bulundurursak harika bir klasik. Çekim teknikleri ile zamanının önüne geçmiştir elbette ama asıl espriler ve detaylar muhteşem ve gerçekten kaliteli. Yaklaşık bir saatlik süre kahkahalar ile geçer, farkında olmazsınız.

2. Party (1968, Blake Edwards, Peter Sellers)
Peter Sellers bence efsane bir oyuncu. Yönetmen Blake Edwars ile harika işlere imza atmış. Party en çok güldüğüm film olabilir. Yanlış anlaşılmalar, kontrolden çıkan olaylar, sakarlıklar... Peter Sellers'ın Hrundi V. Bakshi adında bir Hintliyi canlandırması bile gülmek için yeterli.Filmin konusu kısaca: Hrundi V. Bakshi geleneklerine bağlı bir Hintli olarak, bir yanlış anlaşılma sonucu modern ve zengin insanların olduğu bir partiye katılır.

3. Monty Python and the Holy Grail (1975, Terry Gilliam, Terry Jones)
Monty Python ekibinin en sevdiğim filmi Holy Grail. Bu ekip keşke daha fazla film çekip ayrılsaymış. İngilizler mizah anlayışıyla ünlüdür. Kendi tarihleriyle dalga geçerek, baştan sona acayip saçma bir film. Hikaye şöyle; Kral Arthur ve yuvarlak masa şövalyeleri kutsal kaseyi bulmak için yola çıkar. Bu filmde mantık aramayın, sadece eğlenmenize bakın.


4. Kapıcılar Kralı (1976, Kemal Sunal, Zeki Ökten, Umur Bugay)
Kemal Sunal filmleri kendi arasında başlı başına listelenebilir. En sevdiğim Kemal Sunal filmi ise Kapıcılar Kralı'dır. Türkiye'nin en uzun soluklu dizisi Bizimkiler'in de ilhan kaynağıdır. Hem komiktir hem de epey siyasi. Kapıcılar Kralı'nda Türkiye'nin 70'li yıllardaki toplum yapısı gözlemlenebilir. En üst katta dolandırıcı kiracılar ve soymayı hayal ettikleri tefeci zengin adam, 4. katta apartmanın yönetimini ele geçiren albay ve müdür, 3. katta dedikoducu makbule ve Almancı Nuri, 2. katta kılıbık Fehmi ve sarhoş, 1. katta ise memur ve doktor oturmaktadır. En altta ise meşhur kapıcımız Seyit. Bu sıralamada kendine bir yer edinmek zorundadır, yoksa hep ezilecektir.

5. The Blues Brothers (1980, Dan Aykroyd, John Belushi)
80'li yılların kara mizah soslu efsane blues müzikali. Yaklaşık 2,5 saatlik bir süreye sahip olmasına rağmen bunu hissettirmeyen akıp giden bir film. Tanrı'nın verdiği görevi yerine getirmeye çalışan iki blues müzisyeninin hikayesini izliyoruz. Açılış sahnesi yaklaşan absürt mizahın habercisi. Polis arabasıyla hapishaneden arkadaşını almaya giden siyah takım elbiseli ve fötr şapkalı bir müzisyen.

6. The Pink Panther Series (1963, Blake Edwards, Peter Sellers)
Pempe Panther serisini arada özler ve izlerim. Çok da severim. Hakkında çok yazdım bu bu ikilinin. O yüzden kısa kesiyorum. Amaç listeye almaktı.

7. The Meaning of Life (1983, Terry Gilliam, John Cleese)
The Meaning of Life da bir Monty Python filmi. Holy Grail için yazdığım kriterler bu film için de geçerli. Çok saçma ama çok komik. Hikeye doğumdan başlıyor, çocukluk, öğrencilik, askerlik, evlilik gibi yaşamlarımızın olmazsa olmazlarını irdeliyor. Hayatın anlamını bir de Monty Python ekibinin bakış açısından izleyin.


8. Life of Brian (1979, Terry Gilliam, John Cleese)
Bir Monty Python filmi daha ekliyorum ve bu sonuncusu :) Kabul bu üç filmi ve mizah anlayışlarını çok seviyorum. Life of Brian'da ne anlatılıyor derseniz kısaca Hıristiyanlık derim. Brian da tahmin edebileceğiniz üzere seçilmiş kişi. İngiliz mizahıyla anlatılan bir Mesih hikayesi. Tabi ki çok komik.

9. The Jerk (1979, Steve Martin, Carl Reiner)
Steve Martin'in bence en komik filmi. Filmde Navin adında bir geri zekalıyı canlandırır. Mississippili siyahi bir ailenin evlatlık çocuğu olarak büyümüştür ve beyaz olduğunun farkında değildir. 18 yaşına gelince dünyayı keşfetmek için evden ayrılır. Bu arada 18 yaşındaki hali, bildiğimiz Steve Martin'in beyaz saçlı hali.

10. Tais-toi! (2003, Francis Veber, Gérard Depardieu, Jean Reno)
Tais-toi! ülkemizde 'Dost musun, düşman mı?' adıyla gösterilen bir fransız filmi. Francis Veber'in hem yazıp hem de yönettiği bu film gerçekten çok komik. Jean Reno ve Gérard Depardieu'nun karakterleri ve oyunculukları muazzam. Aslında, birbiriyle hiç alakası olmayan iki insanın yollarının kesişmesi gibi klişe bir konudan yola çıkan basit bir senaryo var ortada. Depardieu, bildiğimiz aptalı oynuyor ama dost canlısı ve epey geveze. Reno ise tam tersi hiç konuşmayan, yalnız takılan bir karakter. Fakat diyaloglar efsane. Gönül rahatlığıyla bol kahkaha vaat edebilirim.

11. Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964, Stanley Kubrick, Peter Sellers)
Kısaca savaş komedisi. Kara mizah da diyebiliriz. Peter Sellers 3 rolde birden oynamakta. Diyalogların ve karakterlerin oldukça komik olduğu bir Stanley Kubrick filmi.

12. Dumb&Dumber (1994, Jim Carrey, Jeff Daniels)
Jim Carrey komik bir adam, eminim herkes hakkını verir. Dumb&Dumber ise en komik filmidir. Salak ve Avanak arkadaşların buldukları bir çantayı sahibine geri iade etmek için çıktıkları uzun bir yol ve başlarına gelenler. Dumb&Dumber To yolda. Bakalım ilki kadar komik olabilecek mi? Devam filmlerinin makus kaderini mi paylaşacak? Kafamda deli sorular ama ümitliyim. Türkiye gösterim tarihi 14 Kasım.


13. Superbad (1994, Michael Cera, Jonah Hill, Seth Rogen)
Bu filme acayip bir ön yargıyla başladım. Sonrasında ise acayip eğlendim. Klasik Amerikan liseli komedisi aslında. Yine bir yerlerde parti, kızlar ve bekaret muhabbeti var. Bu tarz filmlerden çok hoşlanmadığım doğrudur. Hepsi aynı geliyor. Superbad ise bu tarzın en iyi örneği olabilir.

14. Bowfinger (1999, Frank Oz, Steve Martin, Eddie Murphy)
Steve Martin listemdeki 2. filmi olan Bowfinger'da bir yapımcı. Elbette parasız ve oldukça itibarsız. Yeni filminde Murphy'nin canlandırdığı Kit Ramsey adındaki ünlü oyuncuyu oynatmak istiyor. Mümkün olmadığını anlayınca da dahiyane bir çözüm buluyor ve uygulamaya başlıyor. Sonrası bol kahkaha.

15. Ko to tamo peva (1980, Slobodan Sijan)
Bu filme ilgili yakın zamanda uzun bir yazı yazdım. Buradan okuyabilirsiniz.

16. Le dîner de cons (1998, Francis Veber)
Listedeki bir diğer Francis Veber filmi. Salaklar Sofrası olarak çevrilmiştir. Hikaye, bir grup kibirli zenginin, kendilerine eğlence çıkartmak amacıyla haftanın bir günü masalarında bir salağı ağırlaması üzerine kurulmuştur. Salaklar özenle seçilmiş tabi. Oldukça eğlenceli bir film.


17. The Mouse That Roared (1959, Peter Sellers)
Peter Sellers'ın yine 3 rolde birden oynadığı pek bilinmeyen güzide bir filmi daha. Hikayesi ise şöyle; küçük bir ülkenin ABD'ye savaş açması. Evet günümüzde bu pek mümkün görünmüyor ama yapılsa herhalde ortaya böyle komik bir hikaye çıkar.

18. Anger Management (2003, Peter Segal, Jack Nicholson, Adam Sandler)
Steve Martin listemdeki 2. filmi olan Bowfinger'da bir yapımcı. Elbette parasız ve oldukça itibarsız. Yeni filminde Murphy'nin canlandırdığı Kit Ramsey adındaki ünlü oyuncuyu oynatmak istiyor. Mümkün olmadığını anlayınca da dahiyane bir çözüm buluyor ve uygulamaya başlıyor. Sonrası bol kahkaha.

19. Me, Myself & Irene (1959, Jim Carrey, Renée Zellweger)
Jim Carrey'nin bir şizofreni canlandırdığı oldukça komik bir film. İnce espriler ve detaylarla süslü. Charlie'nin başarılı ve çok zeki siyahi çocukları, hep ezildiği için Hank'e dönüşümü, Hank ve Charlie'nin kavga sahnesi filmden akılda kalanlar.

20. Office Space (1999, Mike Judge)
Bu filmde herkes iş yaşamına dair bir şeyler bulacaktır. Sıkışık trafik sahnesi ile açılan film, daha ilk dakikalarda güldürmeye başlar. Ofiste olabilecek tüm karakterler filmde canlandırılmıştır. Bir printer parçalama sahnesi vardır ki efsanedir, benim gibi ofis çalışanlarını özendirebilir.


Kalan 30 filmi de liste halinde ekliyorum. Hepsinde güldüğüm ve eğlendiğim için bu filmler bu listeye girmiştir. İçinde illa ki sizin mizah anlayışınıza uygun filmler vardır.

    20. Kind Hearts and Coronets (1949, Robert Hamer)
    21. Planes, Trains & Automobiles (1987, Steve Martin, John Candy)
    22. The Big Lebowski (1998, Ethan Coen, Joel Coen, Jeff Bridges)
    23. Tosun Paşa (1976, Kemal Sunal, şener Şen, Adile Nasit)
    24. Bean (1997, Rowan Atkinson, Peter MacNicol)
    25. Kingpin (1996, Woody Harrelson, Randy Quaid, Bill Murray)
    26. The Incredible Burt Wonderstone (2013, Steve Carell, Luke Vanek, Steve Buscemi, Jim Carrey)
    27. Talladega Nights: The Ballad of Ricky Bobby (2006, Will Ferrell, John C. Reilly)
    28. Vacation (1983, Chevy Chase)
    29. Hot Fuzz (2007, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)
    30. Groundhog Day (1993, Bill Murray, Andie MacDowell)
    31. Team America: World Police (2004-Animasyon, Trey Parker, Matt Stone)
    31. Death at a Funeral (2007, Frank Oz)
    33. Shaun of the Dead (2004, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)
    34. Tommy Boy (1995, Chris Farley, David Spade)
    35. The Bucket List (2007, Jack Nicholson, Morgan Freeman)
    36. 50 First Dates (2004, Adam Sandler, Drew Barrymore, Rob Schneider)
    37. Semi-Pro (2008, Will Ferrell, Woody Harrelso)
    38. Köyden İndim Şehire (1974, Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe)
    39. Tucker & Dale vs. Evil (2010, Tyler Labine, Alan Tudyk)
    40. The World's End (2013, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)
    41. Sakar Şakir (1977, Kemal Sunal, Ünal Gürel, Adile Nasit)
    42. Paul (2011, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)
    43. Last Vegas (2013, Robert De Niro, Michael Douglas, Morgan Freeman)
    44. It's a Mad, Mad, Mad, Mad World (1963, Stanley Kramer)
    45. Mousehunt (1997, Gore Verbinski)
    46. Rat Race (2001, Breckin Meyer, Amy Smart, Whoopi Goldberg)
    47. Four Lions (2010, Christopher Morris)
    48. In Bruges (2008, Colin Farrell, Brendan Gleeson)
    49. Deuce Bigalow: Male Gigolo (1999, Rob Schneider)
    50. Harold & Kumar Go to White Castle (2004, John Cho, Kal Penn)

İyi seyirler.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Cuma Şarkısı Morrissey'den Let Me Kiss You

2 yorum
Morrissey, gerçekten müthiş bir sese sahip. Üstüne bir de enfes şarkılar yazıyor. Uzun süre dinlenilmediğinde özleniyor.

Bugün için sonbahar mevsimine yakışan, hüzünlü ve çok sevdiğim bir şarkısını seçtim. Sözler Morrissey ve Alain Whyte'a aitç Moz'un 2004'te yayınlanan albümü You Are the Quarry'den Let Me Kiss You.

Ayrıca, Morrissey'in Ekim ayında tekrar İstanbul'a geleceği söylentileri dolaşmakta. Bugüne kadar kendisini canlı dinlemeye gidemedim. Bu sefer olacak gibi =)

2 yorum :

Yorum Gönder

Miyazaki ile Rüzgar Yükseliyor: Jirô Horikoshi vs Vecihi Hürkuş

Hiç yorum yok
Rüzgar Yükseliyor (Kaze tachinu) Japon anime ustası Hayao Miyazaki'nin 2013 yapımı son filmi. Venedik Film Festivali'nde, Miyazaki'nin birlikte çalıştığı Studio Ghibli'nin başkanı tarafından yapılan açıklama doğruysa eğer -ki öyle görünüyor- Rüzgar Yükseliyor, Miyazaki'nin gerçekten son filmi. 72 yaşındaki usta son ve en gerçekçi projesiyle emekliye ayrılıyor.

Miyazaki'nin daha önceki filmlerinden yola çıkarsak, eşsiz bir hayal gücü ve nevi şahsına münhasır karakterleri gelir aklımıza. Yürüyen şatolar, ruhlar, ejderhalar gibi doğaüstü hikayeler vardır filmlerinde. Rüzgar Yükseliyor'u geçmiş filmlerinden ayıran en temel nokta, filmin Jirô Horikoshi'nin gerçek hayat hikayesinden yola çıkan biyografik bir film olması. Bu açıdan bakıldığında ortaya pek öyle fantastik bir hikaye çıkmamış. Hal böyle olunca, I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Nazizm, deprem, savaş gibi olguları içinde barındıran buz gibi bir gerçeklik çıkıyor karşımıza.


Kahramanımız Jirô Horikoshi uçaklara ve uçmaya oldukça meraklı bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor. Miyop olduğu için asla pilot olamayacağı gerçeğiyle yüzleşip, uçak tutkusundan vazgeçemeyeceğini anladığında, uçak tasarlamak fikrine tutunuyor. 20. yüzyılın başlarında geçen hikayede, dönemin ünlü İtalyan uçak mühendisi Giovanni Battista Caproni, Jirô için ilham kaynağı. Öyle ki, rüyalarında Caproni ile buluşan Jirô, hayran olduğu adamla bulutların üstünde çıkar, uçakların kanatlarında yürür. Henüz filmin başında geçen bu rüya sahneleri, Miyazaki'nin tarzına en uygun sahneler olarak dikkat çekiyor. Sanki birazdan göreceğimiz o saf gerçekliğe hazırlıyor bizi.

Jirô, uçak tasarımı yapma yolunda yavaş ama emin adımlarla ilerlerken, yaptığı tren yolculuğu sırasında, 1923 yılında gerçekleşen büyük Kanto depremini yaşar. Deprem sahnesi öyle güzel yapılmış ki, çizgi de olsa epey etkiliyor. Hemen akabinde gelen yangınlar ve diğer felaketlerle birlikte filmin seyri de bir anda değişiyor. Tabi ki bu sahneler izleyicinin beklentilerini de değiştiriyor. Benim gibi film hakkında bir bilgi sahibi olmadan izliyorsanız ve fantastik ve eğlenceli bir hikaye izlemek amacıyla ekran karşına geçmişseniz titreyip kendinize gelmek zorundasınız. En azından filmin bir hayal ürünü değil de biyografi olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz. Eğer artan dramın dozuna ve biyografi fikrine alıştıysanız filme devam edebilirsiniz. Zira sonrasında çağın vebası verem, II. Dünya Savaşı öncesi dönemde, modernleşmeye ve kalkınmaya çalışan bir halk izleyecekseniz. Bütün bu olumsuz yanların yanında büyük de bir aşk hikayesi var. Jirô ve Kayo'nun aşkı.


Film sonrası araştırmamdan öğreniyorum ki Jirô Horikoshi, II. Dünya Savaşında Pearl Harbor baskınında kullanılan Mitsubishi A6M Zero modeli uçağın yaratıcısı. Bu kadar iyi yürekli bir adamın tutkusunun sonrasında nelere yol açabileceğini gösteren gerçeklik.

Özetle, Miyazaki sevenleri hayal kırıklığına uğratabilecek bir film olmuş Rüzgar Yükseliyor. Fakat bütün bu olumsuz etkiye rağmen benim için de sürpriz olan bu filmi sevdim. Büyük tutkuları olan insanlara olan saygımın bunda etkisi çoktur, tabi Miyazaki sevgimin de.


Şimdiki bölüm başlık ne alaka diyenler için. Filmi izlerken, bir yandan da sürekli Cumhuriyet tarihinin önemli pilot ve uçak tasarımcısı olan Vecihi Hürkuş'u düşündüm. Adını pek kimsenin bilmediği Hürkuş, Jirô Horikoshi ile hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış ve aynı tutkulara sahip. İkisinin şartlarını karşılaştırıp durdum. Jirô'nun arkasında bir devlet var ve onu destekliyorlar. Vecihi Hürkuş'un arkasında da bir devlet var fakat bu devletin görevi destek değil tam manasıyla köstek. Bahsettiklerimi daha iyi anlamak için Vecihi Hürkuş hakkında detaylı bir yazı okumak isterseniz, M. Serdar Kuzuloğlu'nun blogundaki yazıyı öneririm. http://www.mserdark.com/vecihi-hurkusu-bilir-misiniz/

Hatta şöyle bir sıralama yapabilirsiniz, önce Vecihi Hürkuş'un yaşadıklarını okuyun sonra bu filmi izleyin. İki ülke arasındaki zihniyet farkını görün. Yani kalkınmaya çalışan bir ülkeyle, kalkınMAmaya çalışan bir ülke arasındaki farkı.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Karşınızda Peter Sellers

Hiç yorum yok
Peter Sellers çok sevdiğim bir aktör olmasına rağmen biyografisini izlemekte biraz geç kalmış olduğumu itiraf edeyim. Ülkemizde Karşınızda Peter Sellers olarak gösterime giren The Life and Death of Peter Sellers'ın yapım yılı 2004. Peter Sellers rolünde Geoffrey Rush döktürüyor resmen.

Biyografi izlemek, özellikle sevilen bir insanın biyografisini izlemek ve hiç bilinmeyen yönlerini görmek, bazen içimizdeki o saf hayranlık duygusuna ket vurabilecek ve bizi hayal kırıklığına uğratabilecek kadar riskli olabilir. Tabi tam tersi hayranlığın artması mümkün.

Peter Sellers'ın hayatını izlerken yukarıdaki iki duygu arasında gidip geldim. Gerçekten çok yetenekli bir oyuncu olmasına ve her halükarda güldürmesine hayranlığım pekişti. Amma ve lakin hayatındaki kadınlara davranış şekli ile beni epey şaşırttı. Aslına bakarsanız, Peter Sellers'ın kadınlara nasıl davrandığını, bu filmi izleyene kadar hiç ama hiç düşünmedim fakat yine de şaşırdım. Neden? Birilerinin ortaya çıkardığı işi sevince, o kişiye de iyi anlamlar yüklüyoruz ve çizdiğimiz çerçevenin dışına çıkılınca anlamsızca şaşırıyoruz. Olay basit, Peter Sellers da hepimiz gibi iyisiyle kötüsüyle bir insan. Evet paranoyak, bencil, belki korkak, biraz kendine güvensiz ama insan. Hepsi bu!



Üstelik de çocuk ruhlu ve ana kuzusu. Ana kuzusunu biraz açarsak, annesi Peg (Sellers da annesine Peg diye seslenir), onun hayatındaki baskın kişilik. Oğluna aşık, onu kadınlardan kıskanan, yönlendirici bir anne. Sellers'ın ünlü olmasını ve onu tanımamızı Peg'e borçluyuz.

Tabi Sellers da evliliklerinin yürümemesini büyük ihtimalle Peg'e borçlu. İlk karısı Anne, ondan ayrılırken "Artık bu küçük çocuktan çok sıkıldım. Neden erkek olamıyorsun?" der. Sellers küçük bir çocuk gibi annesinin kollarına koşar. Annesi ona hayatındaki kadınların da kendisini sorgusuz ve sonsuz destekleyeceğini düşündürmeyi başarmıştır.

Bir başka sahnede, arabasındaki çiziği tamir eden oğluna teşekkür etmek yerine tüm oyuncuklarını kırarak yanıt verir ve "Ben senin oyuncaklarınla oynuyor muyum?" der. Evler, arabalar, kadınlar ve özetle hayat Seller için bir oyun alanıdır.

Kariyerine radyo tiyatrosu ile başlayan ve sonrasında Peg'in tabiri caizse gaza getirerek sinemaya yönlendirmesiyle, yetenekleri fark edilen Sellers'ı hepimize tanıtan Pink Panther filmi olur. Zaten filmi izlerseniz, Sellers'ın oynadığı ünlü filmlerin de nasıl çekildiğini görebilirsiniz. Bu filmler arasında Pink Panther Serisi, Dr. Strangelove, Being There ve adını bugüne kadar duymadığım Gazino Royal 007 var. Tabi tüm bu filmlerin yönetmenleri olan Blake Edwards, Stanley Kubrick ve Hal Ashby'nin de (sadece bir sahnede uzaktan yer verilse de adını yazalım) filmde sahneleri mevcut.



Geoffrey Rush hakkında da bir kaç şey söylemek lazım. Zira kendisi Peter Sellers'ın daha iri olan ikizi gibiydi. Tabi bunda makyaj ve ışığın etkisi yadsınamaz elbette. Bazı sahnelerde gerçekten Sellers'tan ayıramadığım oldu. Ayrıca Charlize Theron tüm güzelliğiyle Peter Sellers'ın ikinci karısı Britt Ekland rolünde.

Meraklısına daha önce yazdığım Being There ve Blake Edwards makalelerini de öneriyorum. Filmi epey keyifle izledim. Sizin de aynı keyifle izleyeğinizi düşünüyorum.

İyi Seyirler.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder