tag:blogger.com,1999:blog-21702728299699625742024-02-19T06:25:09.307+03:00Kompakt Disk Blog"Dinle, oku, gör: Müzik, kitap, film"sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.comBlogger94125tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-39929915173721781112015-02-27T16:42:00.001+02:002015-02-27T16:42:20.323+02:00Cuma Şarkısı: Dawn Golden / Discoloration<div class="separator" style="float: left; margin-right:5px; margin-bottom:5px;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzTlDjYOaKiQPr19ISZux2FxRwJWSwKV56Q_Nm8ZEgQhbBMkwdeBqsUYNrUFGc4y09wpl4XqH42thsn4JozHvK29JwIEPJwLz9Uq2OrY7ggrkipYBQ8GaUUXV4OPYYvg0DqFQN4-cKwSk/s400/dawngolden_mainpressphoto.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzTlDjYOaKiQPr19ISZux2FxRwJWSwKV56Q_Nm8ZEgQhbBMkwdeBqsUYNrUFGc4y09wpl4XqH42thsn4JozHvK29JwIEPJwLz9Uq2OrY7ggrkipYBQ8GaUUXV4OPYYvg0DqFQN4-cKwSk/s400/dawngolden_mainpressphoto.jpg" /></a></div></div>
<br>
Yeni keşfettiğim ve son bir kaç gündür sürekli dinlediğim bir şarkı paylaşıyorum bugün. Shameless 5. sezon 6. bölümde çalan şarkı, Youtube yorumlarına da bakınca epey sükse yapmış görünüyor. Elbette şarkı bunu hak ediyor. <br><br>
<b>Dawn Golden</b>, 2010 yılında hayata geçmiş bir solo elektronik müzik üretimi ve söz yazarlığı projesiymiş. <b>Discoloration</b>, Mayıs 2010'da piyasaya çıkan <b>Still Life</b> albümünün ilk şarkısı. İlk şarkıyı geçebilirsem albümü de en yakın zamanda dinlemeyi düşünüyorum :) Discoloration dinlerken insana bir yandan huzur ve sakinlik verirken, diğer yandan harekete geçip bir şeyler yapma isteği uyandırıyor. Güzel şarkı işte, dinleyin.
<br><br>
<div class="embed-container"><iframe src="https://www.youtube-nocookie.com/embed/sE_TKkNi9E8" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-48485473192013871232015-02-10T16:14:00.001+02:002015-02-10T16:14:46.324+02:00Gin Wigmore / Black Sheep<br>
<div class="separator" style="float: left; margin-right:5px; margin-bottom:5px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzmeA2DW8xVcAowdCnNSbWNfFqpGjVxRToxyMfd70_odBFzQ-hWD0_v2w2kd2_aE0OeTr0-NjjHfCeGmwQoZpPbNDaYI9D4OC4dAZt8m2_PrIPIUH6Qe4WRY4D3EtgcnyX9ks2TTmenSM/s1600/ginwigmore.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzmeA2DW8xVcAowdCnNSbWNfFqpGjVxRToxyMfd70_odBFzQ-hWD0_v2w2kd2_aE0OeTr0-NjjHfCeGmwQoZpPbNDaYI9D4OC4dAZt8m2_PrIPIUH6Qe4WRY4D3EtgcnyX9ks2TTmenSM/s1600/ginwigmore.jpg" title="Gin Wigmore Gravel&Wine" /></a>
</div>
Bu karlı ve soğuk İstanbul gününde uykumuz gelmesin, ağırlık bastırmasın. Enerji yüklü şarkı, çok uzaklardan, Yeni Zelandalı şarkıcı <b>Gin Wigmore</b>'dan geliyor. Uzun zamandır tek bir şarkıcıya ait albüm dinlemiyordum. Özellikle Spotify'ın hayatıma girmesi ile kendi çalma listelerimi oluşturuyor ya da beğendiğim çalma listelerini dinliyorum.
<br><br>
Gin Wigmore'ın <b>Gravel & Wine</b> albümünü dinlemeye başlayana kadar. 27 yaşındaki şarkıcının albümü Yeni Zelanda'da 2011'de, Amerika'da ise 2013'de yayınlanmış. <b>Black Sheep</b> albümün pek çok iyi şarkısından sadece biri ve acayip eğlenceli.
<br /><br />
Babasını kaybetmesinin ardından Hallelujah adlı şarkıyı yazarak ülkesinde tanınan Wigmore, güçlü sesi ve güzel şarkıları ile yakın gelecekte daha çok tanınacaktır.
<br /><br />
<div class="embed-container">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" src="https://www.youtube-nocookie.com/embed/QbtPmwL18uA"></iframe></div>
<br />sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-1218894173980210842015-02-09T17:00:00.002+02:002015-02-09T17:00:58.190+02:00Sıradışı Bir Aşk Hikayesi: Harold and Maude<br>
<div class="separator" style="float: left; margin-right:5px; margin-bottom:5px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFwsjW35QAbecG3jNLQpddih-y2ifgcTWpPhZ-qkWqCAuRddCG6EQI_IY_S5mBuPFF3RB5uuSVIrMd-cHuBhwLVwPYBliSuD3_6KuupIywSHX1PgWBVD4o5NOD_6VvjnQptRhM_rW7ydo/s400/harold-and-maude-movie-poster.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFwsjW35QAbecG3jNLQpddih-y2ifgcTWpPhZ-qkWqCAuRddCG6EQI_IY_S5mBuPFF3RB5uuSVIrMd-cHuBhwLVwPYBliSuD3_6KuupIywSHX1PgWBVD4o5NOD_6VvjnQptRhM_rW7ydo/s400/harold-and-maude-movie-poster.jpg" title="Harold and Maude" /></a>
</div>
<i><b>Maude: </b>Herkesin kendini aptal durumuna düşürmeye hakkı vardır. Dünyanın seni çok fazla yargılamasına izin veremezsin.</i>
<br><br>
<b>Harold and Maude 1971 tarihli bir Hal Ashby filmi.</b> Çok sevdiğim film hakkında iki kelime etmediğimi görünce, yazmaya karar verdim. Aslında senaryo olarak sıradışı olarak niteleyemeyeceğimiz bir konuya sahip. Hayata küsmüş bir erkek ve yaşam sevinciyle dolu bir kadın. Birbirleriyle tanışırlar ve birinin hayata bakışı değişmeye başlar.
<br><br>
Filmi yukarıdaki standartlıktan ayıran birinci özelliği tarzı. Çünkü Hal Ashby tam bir hippie ve film 70'lerde geçiyor. Renkler, görüntüler ve müzikleri ile tam bir dönem filmi. Neredeyse tüm müzikler <b>Cat Stevens</b>'a (artık adı Yusuf İslam) ait. İkincisi ise mevzubahis erkek ve kadın arasındaki yaş farkı.
<br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja2JNZ2hOZ3o5kuew78Wl1-Q-O4KIY_CjsTcBDa6U4kp7q6kfTZR-sobt5_SZDUIOFb3IAwM5CTCt8OXcSQ_dLvhOF4ce6FYRgTByxHPyPnCSPnFWS6Z1LbHRCOcgkQ-Xsynio5s8zG1k/s400/GACHAROLDANDMAUDE.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja2JNZ2hOZ3o5kuew78Wl1-Q-O4KIY_CjsTcBDa6U4kp7q6kfTZR-sobt5_SZDUIOFb3IAwM5CTCt8OXcSQ_dLvhOF4ce6FYRgTByxHPyPnCSPnFWS6Z1LbHRCOcgkQ-Xsynio5s8zG1k/s400/GACHAROLDANDMAUDE.jpg" /></a></div></div>
Harold, 17 yaşında ölüme merak salmış, hayatını nasıl sonlandıracağına karar vermek için provalar yapan ve cenaze arabasıyla dolaşan genç bir adam. Denediği tüm intihar senaryolarına "büyü artık Harold" tepkisini veren bir anneye sahip. Üstelik zengin ve kendisi için kimlik arayışında. Maude ise 80'ini devirmiş çılgın bir ihtiyar. Hayatın her anının tadını çıkaran, değişiklikler deneyen ve yaşamaktan keyif alan bir kadın.
<br><br>
Bu ikilinin ortak bir özelliği var. İkisi de cenazelere gitmeyi çok seviyor ve tanışmaları da bir cenaze esnasında oluyor. Maude enerjisiyle Harold'ın bembeyaz yüzüne renk gelmesini sağlıyor. Yaşanmışlıkların ve tecrübenin bilgeliğiyle Maude, Harold'a nasıl yaşaması gerektiğini anlatıyor ve hayattan keyif almayı öğretiyor.
<br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgumQ9Xhh0R-_ZcRewvGgjDMuV-QbyzuGPo-voAlOhf1pqnvIMUbtDIq8mj0MgDSjPeIIA8vPvj6WSacw4Rtjx7TOseyR50cSKruwtNmYxY_u2SsCHuSrruuvDBwvE57Ia8SgvgWMFOS9M/s400/HaroldMaude2_004Pyxurz.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgumQ9Xhh0R-_ZcRewvGgjDMuV-QbyzuGPo-voAlOhf1pqnvIMUbtDIq8mj0MgDSjPeIIA8vPvj6WSacw4Rtjx7TOseyR50cSKruwtNmYxY_u2SsCHuSrruuvDBwvE57Ia8SgvgWMFOS9M/s400/HaroldMaude2_004Pyxurz.jpg" /></a></div></div>
Beraber takılmaktan gayet mutlular ve tabi bu durumun sonucunda aşk kaçınılmaz oluyor. Aralarındaki 63 yaşlık farka rağmen birbirlerinin yanında huzur bulabilen, beraber eğlenebilen bir ikili çıkıyor ortaya. Başta kulağa biraz garip gelse de filmde bu durum inanın sizi hiç rahatsız etmeyecek. Zaten hikaye öyle bir akıyor ki eğer aşkı göremesek bozulabilirdik.
<br><br>
Son söz olarak Harold and Maude nevi şahsına münhasır diyebileceğimiz bir filmdir ve her zevke hitap etmeyebilir. Açılış ve kapanış sahneleri etkilidir. Gotik havasına rağmen insanı mutlu eden ve gülümseten bir kara komedidir. Üstelik müzikleri de çok güzeldir.
<br><br>
Hal Ashby'nin çok sevdiğim bir filmi daha var ve hakkında tam beş yıl önce yazmışım. Okumak isteyenlere linki <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2010/08/beingl-m.html" target="_blank">Being There</a>.
<br><br>
Yazıyı filmden güzel bir şarkıyla bitirelim.
<br>
<div class="embed-container"><iframe src="https://www.youtube-nocookie.com/embed/2jrYwbYXc2o" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-44440212031564548872015-01-30T17:27:00.003+02:002015-01-30T17:28:26.800+02:00Cuma Şarkısı: Bob Dylan / The Man in Me<div class="separator" style="float:left;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOz3uCg9yClG3Tp0VS05jJ5jjdioOWrPJwkae_b56chcSr25iLtxiWLwEr-VNHFX9KXDByrE8OJyLdzXxCFNWwVY2wWfGXSrt03CJ-CeKYFbMdUMmQHFXHdgqpQxkvd7J1wTx52NtgJBw/s320/bobdylan1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOz3uCg9yClG3Tp0VS05jJ5jjdioOWrPJwkae_b56chcSr25iLtxiWLwEr-VNHFX9KXDByrE8OJyLdzXxCFNWwVY2wWfGXSrt03CJ-CeKYFbMdUMmQHFXHdgqpQxkvd7J1wTx52NtgJBw/s320/bobdylan1.jpg" /></a></div></div>
<b>The Man in Me, Bob Dylan'ın 1970'te yayınlanan New Morning albümünden.</b> Şimdi, hesaplayınca 45 yıllık şarkı. Coen kardeşlerin ünlü <b>The Big Lebowski</b> filminin soundtrack'inde de açılış şarkısı olarak hafızalara kazınmıştır.
<br><br>
Bob Dylan'ın pek çok şarkısı gibi The Man in Me'de çok güzel ve samimi bir şarkı. Her dinlediğimde kendimi daha mutlu ve huzurlu hissederim. Dylan, erkeklere içlerindeki potansiyeli çıkarmak istiyorlarsa, kendilerine benzeyen kadınlar seçmeleri konusunda öğüt veriyor. Bir kadın olarak buna katılmamak mümkün değil.
<br><br>
<div class="embed-container"><iframe src="https://www.youtube-nocookie.com/embed/s10ldVRHRSw" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-50312024758156185772015-01-27T15:57:00.001+02:002015-01-27T16:28:55.579+02:00Tirza: Modern Zamanlar ve Saplantı<div class="separator" style="float: left; margin-right:5px; margin-bottom:5px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIe-dckXq5u0mWWObj2PTdijR1R2X6UuT-s68xrMVhyphenhyphenbn7p7C42xQQ7XCbK7zJZVNNq3tcky93J7IjUsAMDNvpjy8LcwROJQm9fllkcWnZ0OOSgk7dYCFSdmJl17oxueljaCS5xHtKYoE/s400/tirza.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIe-dckXq5u0mWWObj2PTdijR1R2X6UuT-s68xrMVhyphenhyphenbn7p7C42xQQ7XCbK7zJZVNNq3tcky93J7IjUsAMDNvpjy8LcwROJQm9fllkcWnZ0OOSgk7dYCFSdmJl17oxueljaCS5xHtKYoE/s400/tirza.jpg" title="Tirza" /></a>
</div>
Kitabın ismine aldanmayalım. <b>Tirza'nın ana karakteri, son derece sıkıcı bir burjuva varoluşu içinde yaşayan, emeklilik yaşının eşiğinde bir Amsterdamlı olan Jörgen Hofmeester.</b> Küçük kızı Tirza'ya takıntılı bir şekilde bağlı. Kendini kızına ve onun hayatını kolaylaştırmaya adamış. Kitap editörü olan Hofmeester yemek yapmayı çok seviyor, klasik müzik dinliyor ve işinin gereği de bolca okuyor. Kızlarını da benzer dünya görüşüyle yetiştirmeye çalışmış. Büyük kızında bunu başaramamış fakat Tirza'dan umutlu. Karısının başka bir adam için evi terk etmesinin ardından kendi evine yani içine kapanarak hayatına devam etmiş.
<br><br>
Zaten başka bir hayatı hiç düşünmemiş. Karısının kurallara uymaması ve her anne gibi çocuklarını yetiştirmeyi seçmemesi, Hofmeester gibi bir karakter için zorlu bir yolun başlangıcı niteliğinde. Bu eksikliği hissettirmemek için olağanüstü bir çaba sarf etmek zorunda kalması kendi hayatını yaşamasına hep engel teşkil etmiş. Elbette her etkinin bir tepkisi olduğundan karısının Hofmeester'ı neden terk ettiğini anlamak için de müneccim olmaya gerek yok.
<br><br>
Kitap Tirza'nın uzun soluklu bir Afrika gezisine çıkmadan önce babasının düzenlediği veda partisiyle açılıyor. Parti için özenle suşi hazırlarken yapacağı konuşmaya kadar her detayı düşünen Hofmeester, kimsenin unutamayacağı bir gece düzenlemekte oldukça kararlı. İnsanoğlu planlar yaparken ve hayatının bu planlar üzerinden akıp gideceğini düşünürken evren bize güler. Planlarımızda ısrar etmeye devam edersek, her seferinde daha ağır şakalarla karşımıza çıkabilir. Hofmeester, kendisi ve kızı için elleriyle yaptığı bu korunaklı yuvanın dağılmak üzere olduğunun farkında. Tirza'nın büyümesi artık onun hayatını kontrol edemeyeceği anlamına geliyor. Eskiden babası her istediğinde çello çalan küçük kız yuvadan uçuyor. Üstelik Afrika kökenli bir Müslüman genç ile. Hofmeester gibi kültürlü ve modern bir babanın böyle şeylere takılması, başta kulağa biraz saçma gelebilir.
<br><br>
Hikayenin arka planında 11 Eylül saldırısı ve sonuçları yatıyor. Hofmeester normal kabul edilenden epeyce fazla takıntıya ve kurala sahip. 11 Eylül sonrasında çıkan ekonomik krizle işini kaybetmiş. Yine de sanki hiç kovulmamış gibi her gün aynı saatlerde evden çıkıp işe gitmeye devam etmiş. Pek tabi gidecek bir işi olmadığından havalimanına giderek kalabalıklar içinde kaybolmuş. Hofmeester'a göre tüm bunların tek bir sorumlusu var. 11 Eylül olaylarında adını sıkça duyduğumuz <b>Muhammet Atta</b>. Gördüğü her esmer tenli Müslüman onun için potansiyel bir Muhammet Atta ve biricik kızı, kafasında bu tanımlaya oturttuğu biriyle Afrika'ya doğru yola çıkıyor. Hofmeester kızını korumayı başarabilecek mi? Tirza'nın gerçekten Faslı erkek arkadaşından korunmaya ihtiyacı var mı?
<br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRRC7ZzTfhRI33QuFVXur6SM1_XakRjPLa9k08vjplaLJ-i50xrkTz0of19hxXYpiAr0OmkpFUWCjP-_nNrv7nuKmDzUrMGwE1PX63Nwv_GhdRWqWyAqkhRfa5KCv_rYE2m2Lh-l0Gl5A/s400/tirza1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRRC7ZzTfhRI33QuFVXur6SM1_XakRjPLa9k08vjplaLJ-i50xrkTz0of19hxXYpiAr0OmkpFUWCjP-_nNrv7nuKmDzUrMGwE1PX63Nwv_GhdRWqWyAqkhRfa5KCv_rYE2m2Lh-l0Gl5A/s400/tirza1.jpg" title="Tirza" /></a></div></div>
Tirza'nın yazarı Hollandalı <b>Arnon Grunberg</b> modern dünya insanının çelişkilerini, acılarını ve yalnızlığını kağıda çok iyi aktarmış. Her sayfasıyla gittikçe derinleşen psikolojik analizleri keyifle okudum doğrusu. Saplantılar, ön yargılar, bastırılmış duygular herkes için tehlike içerir. Belki de en önemlisi objektifliğimiz kaybettirir ki bu da bakış açımızı etkileyeceğinden hayatımızı hiç istemediğimiz bir yöne doğru ilerletebilir. Mükemmellik takıntısının vücut bulmuş hali olan Hofmeester için hayat hepimizden daha zor ilerlemekte. Gerçekle hayali, tehlikeyle güvenliği idrak edebilecek bilinci çoktan kaybetmiş. Kafasında oturtmaya çalıştığı kuralların dışına çıkılmış. İnsan için herhalde en kötü hayal kırıklığı yıllarca doğruluğuna inandığı sistemin bir anda yıkılmasıdır. Oysaki kendimizi korumanın en güzel yolu dünyaya bakış açımızı mümkün mertebe esnek tutabilmekte.
<br><br>
Hayatın akışını hiç kimse kontrol edemez. İnsan eliyle yapılan en mükemmel sistemler bile bir gün yıkılmaya mahkum.
<br><br>
Kitap okumaya vaktim yok diyenler için <b>Tirza Hollandalı yönetmen Rudolf van den Berg tarafından 2010'da sinemaya uyarlandı.</b> Elbette kitap çok daha güzel. Filmde kurguyu biraz değiştirmek zorunda kalmışlar ve hikayede boşluklar oluşmuş. Buna rağmen filmi de başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
<br><br>
Tirza, son dönemde okuduğum en iyi kitaplar arasında yerini aldı.
<br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-86613522912295019772015-01-16T11:39:00.004+02:002015-01-16T11:39:59.773+02:00Cuma Şarkısı: Bob Marley / Buffalo Soldier<div class="separator" style="float:left;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinLZOVNL7YWqf6aTUROReQNsupfxXedENbtVMiWzZBCxYKhXTOvfC_lOLebEbXEErflIA79LfQvJYB9xIoR3DC01rPRgElTYo5p8eyyQ1O6Pl8xYo8lpKgmXCiyJce0GxY10OJLMXfHWk/s400/bobmarley-buffalosoldier.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinLZOVNL7YWqf6aTUROReQNsupfxXedENbtVMiWzZBCxYKhXTOvfC_lOLebEbXEErflIA79LfQvJYB9xIoR3DC01rPRgElTYo5p8eyyQ1O6Pl8xYo8lpKgmXCiyJce0GxY10OJLMXfHWk/s400/bobmarley-buffalosoldier.jpg" /></a></div></div>
<br>
<b>Buffalo Soldier (Bufalo Askerleri),</b> Amerikalı ve güçlü beyaz adamın kendisi için sorun yaratan Kızılderili halktan kurtulmak için köle siyahileri gönderdiği bir savaşta, karşılarında beyaz adamları değil de Afrikalıları görünce şaşıran yerlilerin, siyahi askerlere taktıkları isim olarak literatüre girmiş.
<br><br>
Afrika'dan çalınıp Amerika'ya getirilen ve beyaz Amerikalıların dünya üzerinde kuracağı yeni egemen düzene yardım etmek zorunda bırakılan siyahi askerlerin yaşadığı trajediyi, <b>Bob Marley</b> eğlenceli bir şarkıya çevirmeye başarmış.
<br><br>
Çok sinirli olduğum zamanlarda dinlerim bu şarkıyı, bugün olduğu gibi. İnsanı mutlu eden ve kesinlikle sakinleştiren bir etkisi var. Aslında bu etki Bob Marley şarkılarının çoğunda var. Fakat bu şarkı en sevdiğim Marley şarkısıdır.
<br><br>
<div class="embed-container"><iframe src="//www.youtube-nocookie.com/embed/uMUQMSXLlHM" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br><br>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-41633738438130796412015-01-15T16:27:00.002+02:002015-01-20T10:27:35.045+02:00Yanık Portakal: Sanat ve Polisiye<div class="separator" style="float: left; margin-right:5px; margin-bottom:5px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLAHKG6xg-bzoPt_nUK6dWfiGOYADSxjI-NJxoLG5UJHGCdumT-O5CMviuS2vR51tuyrVu0JofPd6aiBbDxcduYkiAdyJ3BjBa1OQkwL1C_OaLDfAjSewPQEFAtGXJJWGTCRAlkp4hJG0/s400/yanikportakal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLAHKG6xg-bzoPt_nUK6dWfiGOYADSxjI-NJxoLG5UJHGCdumT-O5CMviuS2vR51tuyrVu0JofPd6aiBbDxcduYkiAdyJ3BjBa1OQkwL1C_OaLDfAjSewPQEFAtGXJJWGTCRAlkp4hJG0/s400/yanikportakal.jpg" title="Yanık Portakal" /></a>
</div>
Yılda bir kaç kez toplu kitap alışverişi yaparım. Geçen hafta ne zaman aldığımı hatırlayamadığım <b>Yanık Portakal</b>'ı kitaplıkta görünce okumaya karar verdim. Okurken de neden uzun zamandır polisiye roman okumadığımı sorguladım. Gerçekten iyi kurgulanmış bir polisiye roman okurken epey keyif veriyor çünkü. Kitabı bitirmemle bu türü daha fazla okuma kararı almış olarak kitaptan bahsedebilirim.
<br />
<br />
Amerikalı yazar <b>Charles Willeford</b>, 1988 yılında hayatını kaybedene kadar, 69 senelik ömrüne çok fazla meşguliyet sığdırmış doğrusu. Öncelikle ömrünün 24 senelik uzun bir dönemini orduda geçirmiş, II. Dünya Savaşı'na katılmış ve Air Force'dan(Amerikan Hava Kuvvetleri) emekli olmuş. Orduda geçirdiği yılların kitaplarındaki psikopat karakterleri açıkladığı kesin. Willeford, aynı zamanda profesyonel at terbiyecisi, boksör, aktör, üniversite hocası, dergi editörü, radyo spikeri, şair, ressam ve yazıya bahis olan mesleğiyle bir yazar. Koltuğuna pek çok uzmanlık alanı ve meslek sığdırmış. Doğrusu gıpta ettim bu özelliğine.
<br />
<br />
<div class="separator" style="float: right;">
</div>
<div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_AatWf43KGzdXlE8DWpmAj-oc-HBcWqmmQxEXKaklZicXDs9MRNJ3tjWydW1QYUmXqVUvsGV5zAmpq7Y9RSgdY78B1rh9EpIbG2zzcZjk2mpGMuUFVWK0g9KKzzGKkuVmlWI5Z-9JsS8/s400/charleswilleford.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_AatWf43KGzdXlE8DWpmAj-oc-HBcWqmmQxEXKaklZicXDs9MRNJ3tjWydW1QYUmXqVUvsGV5zAmpq7Y9RSgdY78B1rh9EpIbG2zzcZjk2mpGMuUFVWK0g9KKzzGKkuVmlWI5Z-9JsS8/s400/charleswilleford.jpg" /></a></div>
Kitaba döner isek, <b>James Figueras</b> bir sanat eleştirmeni. Az çok sanat dünyasından tanınmış, makaleleri önemli sanat ansiklopedilerinde yayınlanmış. (Ansiklopediye aşina bir yaştayım fakat ansiklopedi yazarken zorlandım :) Kariyeri iyi gidiyor diyebiliriz. Tabi kazancını artırması lazım ve kim daha fazla ünlü olmak istemez. James de elbette tüm bunları istemekte. Saygı görmek, yazdıklarına itibar edilmesi öncelikli dilekleri. Arkasından daha çok kazanma isteği geliyor. Hiçbir ressamdan hediye tablo kabul etmemek gibi prensiplere sahip.
<br />
<br />
<b>Berenice</b>, James'in kız arkadaşı. İddiasız ve taşralı bir öğretmen. Berenice'in aşkı sahici diyebiliriz. James için aynı şeyi söylemek zor. Bir kere kibirli bir karakter ve her diyalogda bu hissediliyor. Açıkça yaptığı hakaretleri saymıyorum bile. James, ondan kurtulmak istiyor ama beceremiyor. Hikayenin seksi kadın açığını dolduran yuvarlak hatlı bir sarışın. Aslında en masum ve iyi niyetli karakter.
<br />
<br />
<b>Jacques Debierue</b>, ünlü Fransız ressam. Nihilist sürrealist olarak anılan bir akımın kurucusu olarak görülmekte. Goya, El Greco ve Michelangelo'dan daha ünlü. Bugüne kadar No.1 adlı tek bir eseri Paris'te sergilenmiş ve bu eseri görmek isteyenler için Amerika'dan turlar düzenlenmiş. Çok az eleştirmen ve gazeteci ile konuşmuş. Eserlerinden birine sahip olan yok. Hayranlarının kurduğu 'Debierue sevenler derneği' sayesinde yaşamını sürdürüyor. Yaşamı ve sanatı tam bir muamma.
<br />
<br />
<b>Cassidy</b> kitaptaki son karakter. Avukat ve koleksiyoncu. Bir Debierue tablosuna sahip olmak istiyor ve yaptığı plan ile yukarıda adı geçen karakterleri bu amaç etrafında toplamayı başarıyor.
<br />
<br />
Kitabın en sevdiğim yanı, karakterlerin psikolojilerinin ve olaylar karşısındaki tepkilerinin çok iyi anlatılması diyebilirim. Aynı zamanda ressam olan Willeford, hikayesini anlatırken sanat dünyasını eleştirmeyi de ihmal etmemiş.
Özellikle modern sanat olarak adlandırılan o kadar gereksiz eser var ki. Zamanında modern sanatla uğraşan bir sanatçının(!) sergisi için web sitesi tasarlamıştım. Sergiyi kısaca gözünüzün önünde canlandırın lütfen. Bir kadın ve bir adam çıplak olarak stretch filmlere sarılmış olarak karşılıklı oturuyor. Bu fotoğraf ilk bakışta herkese saçma geleceği için açıklama koyduk elbette. "Sanatçı bu poz ile kendini dünyadan soyutlayan insanları temsil etmektedir vs."
<br />
<br />
Düşünün bir yanda Da Vinci, Michelangelo, Goya, Picasso ve Rönesans ressamlarının eserleri, bir yanda da modern sanat diye itelenen çeşitli sergiler, kitaplar ve tablolar. Elbette bu yazdıklarımdan modern sanat kötüdür anlamı çıkarmayın. Modern sanat da güzel eserlere ve temsilcilere sahip. Benim derdim, herhangi bir emeği ve fikri temsil etmeyen eserlerin gereksiz olarak yüceltilmesi. Eğer bu eserleri yüceltmez isek ortaya çok daha kaliteli işler çıkması kuvvetle muhtemel.
<br />
<br />
Ve son olarak kitapta bol bol adı geçen akımlar. Debierue Nihilist/Sürrealist akımın kurucusu olarak adlandırılıyor. Ünlü No.1 eseri, duvardaki boş bir çerçeve. Bu eser üzerinden bile insanlar ikiye bölünmüş. Bu iki fikrinde tarafları var. insanlık her daim her konuda ikiye bölünmeye hazır ve nazır.
<br />
<br />
Son söz olarak, yaşadığımız bu <b>İmagoloji (İmaj bilim)</b> çağında maalesef imaj her şey.
<br />
<br />
<b>Not:</b> Yanık Portakal ve Miami Blues yazarın Türkçe'ye çevrilen iki eseri. Wikipedia'ya göre oldukça uzun roman listesinden sadece 2 tanesinin çevrilmiş olması ise kayıp.
<br />
<br />sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-16319782258096627522014-12-26T11:08:00.004+02:002014-12-26T11:08:39.425+02:00Cuma Şarkısı: Noisettes / Atticus<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="erb-image-wrapper" imageanchor="1">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJChKW07fNk3a97CyyBU1v5innP1g6cOMgX2CgSxrHLA-n6PiyxORr6_WjN9bJLEduwAm44O-MOh1zN0xIfANgyl2U3E11s9bw0z-iMfXfABPIpIqz3QjxJC4Bes0bxSOOps7y_bHE6Vo/s400/the_noisettes1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqXP423dsAl2K1xTV5he80QgxKZTik6pP8ZVPOn9xtZRISmXl7qZIjSVNmIzMAp_gBy-OGJsHP_lCF_lD07SE7190l-GLEDxWd5jhOEBH_ddOzSzuzaZOsYZdyPPygm2znQPcPbEtdQNg/s640/noisettes_header.jpg" /></a></div></div>
Uzun zamandır buraları ihmal ettiğimin farkındayım. İş, güç derken baktım da içerik girmeyeli epey olmuş. Güzel bir şarkıyla haftayı kapatalım.
<br><br>
Noisettes, Londra'dan çıkmış bir indie rock grubu. 3 Kişilik grubun, solisti olan <strong>Shingai Shoniwa</strong>, güzel sesi ve sahne performansıyla tüm enerjisini dinleyiciye aktarmayı başarıyor. Bugün 2009'da çıkardıkları şahane albüm <b>Wild Young Hearts</b>'dan bir şarkının canlı performansını paylaşıyorum. Az bilinen güzel şarkılardan.
<br><br>
<div class="embed-container"><iframe src="//www.youtube-nocookie.com/embed/im5qOhUs96w" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-57097362919773376602014-11-21T19:15:00.000+02:002014-11-21T19:15:52.996+02:00Cuma Şarkısı: Cibelle / London London<div align="center"><img src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/16/df/7e/16df7e8764c9c09a03c3e6234c653c39.jpg" alt="cibelle - Pesquisa Google"></div>
<br><br>
<b>Cibelle</b>, berrak ve yumuşacık sesiyle Brezilya'dan dünyaya hediye edilmiş duru bir ses. İsmi de bildiğimiz Sibel aslında. Tom Waits'in <b>Green Grass</b> şarkısını çok güzel yorumladığından beri dinlerim ve severim. Şarkıyı <b>Devendra Banhart</b> ile birlikte söylüyor. <b>London London</b> hem huzur veren hem de mutlu eden bir şarkı.
<br><br>
<iframe width="600" height="360" src="//www.youtube-nocookie.com/embed/1Ubl0vwARag" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-67121204031247696472014-11-14T11:26:00.000+02:002014-11-14T11:28:33.539+02:00Geniş Açıdan Ünlü Albüm KapaklarıTeknoloji çağının hayatımıza getirdiği yeniliklerden, en çok etkilenenlerden biri de müzik sektörüdür. Geçen haftaki <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2014/11/efsanenin-donusu-pink-floyd-endless.html" target="_blank">Pink Floyd</a> yazımda, David Gilmour'un açıklamaları üzerine konudan detaylı bahsetmiştim.
<br><br>
Müzik artık dijital olarak tüketildiğinden, albüm satın almak yavaş yavaş tarihe karışıyor. İngiltere'den Dijital Yaratıcı bir ajans olan <a href="http://www.aptitude.co.uk/blog/album-covers/" target="_blank">Aptitude</a> duruma atıfta bulunan bir çalışma yapmış. Favori albüm kapaklarını detaylandırıp, geniş açıdan nasıl olurdu sorusunun cevabını aramışlar. Hem eğlenceli hem de oldukça yaratıcı bir iş olmuş.
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">1- THE BEATLES, ABBEY ROAD- 1969</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">2- NIRVANA, NEVERMIND - 1991</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/66/f0/e8/66f0e8d01bebd08ed8858032542ee9b8.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">3- MICHAEL JACKSON, OFF THE WALL - 1979</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/be/2b/33/be2b3366830c377d188b56abe9b46d88.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">4-BRUCE SPRINGSTEEN, BORN IN THE U.S.A. - 1984</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/4c/bf/bb/4cbfbb160d227fe1a7ea470ca7391455.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">5- BLUR, PARKLIFE - 1994</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/ca/93/23/ca932379f64c85f3eec9afbcb769c8a5.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">6- FATBOY SLIM, WHY TRY HARDER - 2006</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/c3/a4/16/c3a416c6051a3aedfc4d972471541c51.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">7- ADELE, 19 - 2008</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/88/f0/7c/88f07cedebfd0cbe438aa95e9aae9f6d.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
<div style="font-size:18px; font-weight:bold; margin-bottom:8px;">8- JUSTIN BIEBER, MY WORLD - 2010</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/83/d9/47/83d947be893e68cb0f783ab426b7f055.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/ad/27/e1/ad27e1a914b220f809603fe19530e5f4.jpg" style="max-width:580px;" /></a></div>
<br><br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-18143766963797204472014-11-11T14:59:00.000+02:002014-11-14T09:42:08.530+02:00Çoluk Çocuk<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/ca/e0/db/cae0db5d1a81b156009c177b738b0f6b.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/ca/e0/db/cae0db5d1a81b156009c177b738b0f6b.jpg" /></a></div>
<i>"...yaşlıca bir çift önümüzde durup alenen bizi incelemeye başladı. Robert ilgi çekmekten hoşlanıyordu, heyecanla elimi sıktı. 'Hadi, fotoğraflarını çek,' dedi kadın, hayretler içindeki kocasına. 'Sanatçılar galiba.' 'Hadi canım,' dedi adam, omuz silkerek. '<b>Çoluk çocuk</b> bunlar.'"</i>
<br><br>
Kitabın ismine ilham kaynağı olan diyalog, punk dünyasına, <b>'Horses'</b> gibi bir albüm kazandıran, güçlü kadın <b>Patti Smith</b>'in romanı <b>Çoluk Çocuk(Just Kids)</b>'tan. 2010 yılında yayınlanan roman, küçük bir kız çocuğundan; bir şaire, bir müzisyene, bir yazara, kısaca bir sanatçıya dönüşen, Patti Smith'in otobiyografik hikayesi. Smith'in tüm bu dönüşümlerini okurken, 60'lar ve 70'lerin Newyork'unda, müzik ve sanat dünyasının kalbine bir yolculuğa çıkıyoruz. 70'li yıllar biraz olsun ilginizi çekiyorsa, aynı zamanda rock/punk müzik seviyorsanız bu romanı okumalısınız. Patti Smith ve dönemin müzisyenlerini sevenlerin ise zevkle okuyacağı kesin.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.pinterest.com/pin/432486370441143784/" imageanchor="1" style="clear: left; float: right; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" style="max-width:300px;" src="http://media-cache-ec0.pinimg.com/736x/46/40/5f/46405f994ef54fda61b4d76359c1f5ed.jpg"/></a></div>
Romanın ana kahramanlarından biri ise Smith'in tüm bu yolculuğu boyunca hep yanında olan, dönemine aşırı bulunan tarzıyla damgasını vuran fotoğraf sanatçısı <b>Robert Mapplethorpe</b>'dan başkası değil. Aynı hayallerle evlerini terk eden ve Newyork sokaklarında birbirlerini bulacak kadar şanslı olan iki çocuk, birbirlerine hemen bağlanırlar. 70'lerin vaat ettiği özgürlük ile yaratıcılıklarını fark eden ve sanata tutkuyla bağlı olan ikilinin amaçları aynıdır. Sanatçı olmak.
<br><br>
Bu fikir kulağa çok romantik gelse de paran yoksa yaşayamazsın. Bu gerçeği fark etmeleri uzun sürmeyecektir. Bir müddet parasızlık ve açlıkla mücadele etmek zorunda kalırlar. Fakat hiçbir zaman hayallerinden vazgeçmezler. Buldukları her fırsatı değerlendirip, kısıtlı da olsa boş zamanlarında çok çalışırlar. Eğer birbirlerini bulamamış olsalardı, bu kadar dayanabileceklerini düşünmek gerçekten zor. Bütün bu sefaleti yaşarken, hayallerine, sanata ve birbirlerine tutunarak, yavaş yavaş istedikleri noktaya gelmeyi başarıyorlar.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.pinterest.com/pin/432486370441143789/" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" style="max-width:400px;" src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/18/8d/d1/188dd129eb82c3235fc9f9dee0d8562b.jpg"/></a></div>
Bütün bunlar buz dağının görünen ve hoşa giden kısmı. Her beyazın bir siyahı olmalı ki yaşam döngüsü bozulmasın. Robert Mapplethorpe, Patti Smith ile olan beraberliğinden dolayı uzun süre erkeklere olan ilgisini saklamak zorunda kalmış ve yine parasız kaldıkları dönemlerde para karşılığı erkeklerle ilişkiye girmiştir. Smith, Mapplethorpe'u bu kimlik bunalımında ve kendini arayış sürecinde de yalnız bırakmaz. Aşk gibi başlayan ve hayat arkadaşlığına dönüşen ilişkilerinde sona doğru acı ağır basacaktır. Mapplethorpe, HIV virüsü kapmıştır. Smith, çok sevdiği ve beraber yürüdüğü Robert'ın ölümünü görecektir.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.pinterest.com/pin/432486370441143792/" imageanchor="1" style="clear: left; float: right; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" style="max-width:300px;" src="http://media-cache-ak0.pinimg.com/736x/4c/b2/26/4cb2263ba446fa73dd4874bf128f8be9.jpg"/></a></div>
Kitap, sanata ve Beat kuşağı dönemine meraklı herkes için oldukça ilham verici. İnsanda yapmak istedikleri için harekete geçme isteği uyandırıyor. Patti Smith'in samimi anlatımı ve dili kitabı daha çok sevdiriyor. Sohbet havasında yaşadıklarını ve duygularını tüm içtenliğiyle kağıda dökmüş.
<br><br>
Bir süre Leonard Cohen'in Janis Joplin ile olan ilişkisini anlattığı Chelsea Hotel No 2 adlı ünlü şarkısında da adı geçen otelde kalırlar. Janis Joplin,
Jimi Hendrix, Jim Morrison, Frank Zappa, Bob Dylan ve Andy Warhol gibi pek çok Beat Kuşağı ünlüsü Chelsea Hotel'de kaldığından, yolu Patti Smith ile kesişenler de kitapta yerlerini almışlardır. Kitabı okursanız, Patti Smith'in Horses albümünün kapağındaki fotoğrafın hikayesini de öğreneceksiniz.
<br><br>
Tüm bu yönleriyle de Çoluk Çocuk, dönemin içinde yaşamış birinden dinlediğimiz tarihsel bir doküman olma niteliği taşır. Dönemi dikkatli incelersek, elbette bu ünlülerden pek azı hayatta kalmayı başarabilmiştir. Eroin komaları, alkol zehirlenmeleri, HIV taşıyıcılığı gibi aşırılıklardan ortaya çıkan sorunlarla boğuşurlar. Bu açıdan bakınca çokta özendirici bir hayat yaşamadıklarını söyleyebiliriz. Hayatta kalmayı başaranlardan Patti Smith ise bize dönemin gerçekliğini tüm çıplaklığıyla yansıtır ve hikaye bir ağıta dönüşür. Ayrıca kitapta Robert Mapplethorpe ve Patti Smith'in pek çok fotoğrafı bulunmaktadır.
<br><br>
<b>Bir duyuru:</b> Artık yazılarım, güncel kültür-sanat ve edebiyat haberlerinin yer verildiği bir portal olan, dost site <a href="http://www.eskimeyenkitaplar.com/" target="_blank" style="color:#ED3E9D; font-weight:bold;">Eskimeyen Kitaplar</a>'da da yayınlanacaktır.
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-3178179451101356112014-11-05T16:24:00.001+02:002014-11-05T16:38:09.980+02:00Efsanenin Dönüşü: Pink Floyd / The Endless River<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqiDpKvajJV-Cp5bN5ieU0zl3oUUH8BL-udBNiNLvs-mQMqsElerrsOSG63VZdstLV1ruotgXVWfZp7cCiq8VX6sXfwQkeFJi7sJmvhtDNxoafsteCE-ajhaBNe9-HnRniJFmV_YNZShY/s1600/Pink-Floyd-006.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqiDpKvajJV-Cp5bN5ieU0zl3oUUH8BL-udBNiNLvs-mQMqsElerrsOSG63VZdstLV1ruotgXVWfZp7cCiq8VX6sXfwQkeFJi7sJmvhtDNxoafsteCE-ajhaBNe9-HnRniJFmV_YNZShY/s1600/Pink-Floyd-006.jpg" height="192" width="320" /></a></div>
<b>Pink Floyd</b>'un yeni albüm duyurusunu <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2014/07/pink-floyddan-yeni-album-endless-river.html" targer="_blank">buradan</a> yapmıştım. O günden bu güne hiç geçmeyeceğini düşündüğümüz 4 ay geçmiş ve muhtemelen son Pink Floyd albümü olacak <b>The Endless River</b> bu cuma yani <b>7 Kasım 2014</b>'te piyasaya çıkıyor. Gözümüz aydın.
<br><br>
Tabi bu zaman zarfında Pink Floyd albüm kayıtlarının bir kısmını yayınlayıp, heyecan seviyemizi yükseltmeyi de başardı. Aşağıdaki kaydın tamamını dinlemek için sabırsızlanıyorum doğrusu.
<br><br>
<iframe width="620" height="360" src="//www.youtube.com/embed/RFXBlS0KsHU" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
<br>
<b>Tracklist </b>şöyle;<br>
Things Left Unsaid<br>
It's What We Do<br>
Ebb And Flow<br>
Sum<br>
Skins<br>
Unsung<br>
Anisina<br>
The Lost Art Of Conversation<br>
On Noodle Street<br>
Night Light<br>
Allons-y (1)<br>
Autumn'68<br>
Allons-y (2)<br>
Talkin' Hawkin<br>
Calling<br>
Eyes To Pearls<br>
Surfacing<br>
Louder Than Words<br>
<br>
Ayrıca albüm daha piyasaya çıkmadan yılın en çok ön sipariş alan albümü olmayı başarmış. Beklentimiz zirve yapmış durumda. Bu tutumun kaynağı David Gilmour'un 'Eskiden müzik bu kadar çabuk tüketilmezdi. Alınan albümler uzun süre dinlenirdi çünkü istenilen albümü bulmak için zaman ve emek harcanırdı.' açıklamasının etkisi var mıdır bilinmez.
<br><br>
Belki Gilmour müziğe zahmetsiz ulaşmak konusunda haklı. Bu sebeple müzik de diğer her şey gibi daha çabuk tüketiliyor. Fakat buna direnmenin manası yok. Bu devirde kimse illegal yöntemlerle film ve müzik elde edilmesini engelleyemez. Engellemeye çalışırsınız, teknoloji bu yeni duruma göre hemen evrilir. Bu durumda en doğrusu, çağın getirdiklerine direnmek yerine yeni çözümler üretmektir. Radiohead'in The King of Limbs albümü çıktığında yaptıkları sistem güzel bir örnek. 9$'lık bir ücret karşılığı albümün sitesinden mp3 format ile tüm şarkıları bilgisayarımıza indirebildik. Üstelik illa ben Plak/CD isterim diyenleri düşünüp böyle bir seçenek sundular. Eskiye dövünmek yerine yeni yöntemler denemek lazım. Biz istesek de istemesek de zaman değişiyor.
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-8731061379869431202014-11-02T20:02:00.003+02:002014-11-05T16:38:31.211+02:00Amadeus: Tanrı'nın Sevgili Kulu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBDp7rzHwmtD_3p8n8ARda1CstsYuCz7B30rPviioMFf5sZzCxmo_rAiDhYZLSTBACYxcFdW1nZaiGTNstVG_U4Q_M-ndpIgEqHoawLWIqM0g1bhv907j3hezUPxLuavBjD-0Sv78xYTw/s1600/amadeus.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBDp7rzHwmtD_3p8n8ARda1CstsYuCz7B30rPviioMFf5sZzCxmo_rAiDhYZLSTBACYxcFdW1nZaiGTNstVG_U4Q_M-ndpIgEqHoawLWIqM0g1bhv907j3hezUPxLuavBjD-0Sv78xYTw/s320/amadeus.jpg" /></a></div>
<b>Salieri:</b> Beni yalnız bırak.<br>
<b>Peder:</b> Acı içindeki bir ruhu yalnız bırakamam.<br>
<b>Salieri:</b> Kim olduğumu biliyor musun?<br>
<b>Peder:</b> Hiç farketmez. Bütün insanlar Tanrı’nın gözünde eşittir.<br>
<b>Salieri:</b> [Alay ederek eğilir] Eşitler mi?
<br><br>
Yukarıdaki diyalogda başı çeken isim 1750 - 1825 yıllarında yaşamış, İtalyan klasik müzik sanatçısı ve besteci <b>Antonio Salieri</b>. Avusturya Krallığına bağlı bir müzisyen. Mozart'ı zehirleyerek öldürdüğü iddia edilir. Fakat bununla ilgili net bir kanıt bulunamamıştır. Aslında o dönemde, Salieri ve Mozart'ın arasında tam olarak ne geçtiğini de bilemiyoruz. <b>Müziğin dahi çocuğu Mozart</b>, genç yaşta (35) hayatını kaybettiğinde, yazılan biyografilere, ilgi çekmesi için bazı eklemeler yapılmış. Sonrasında oluşan bilgi kirliliği günümüze kadar gelmiş.
<br><br>
Dolayısıyla bu film, "Based on the true story" değil de hem ölümü, hem mezarı şaibeli olan, <b>Wolfgang 'Amedeus' Mozart</b>'ın yaşanmış olması mümkün olan bir biyografisi diyebiliriz. Filmde, Mozart'ı, Salieri'nin gözünden izliyoruz. Daha doğrusu Salieri'nin Mozart takıntısını, hayranlığını ve nefretini izliyoruz. Bu durum bir nevi Salieri biyografisi olarak algılanmasına da sebep olmuş ve hemen arkasından filmin isminin neden Amadeus olduğu eleştirileri gelmiş. <b>Amadeus 'Tanrının sevgilisi, Tanrı'nın sevdiği kul' anlanıma gelen Latince bir kelime.</b> Mozart'ın müzik yeteneklerinden dolayı kendisine bu isim sonradan verilmiştir. Salieri'nin de eleştirdiği nokta budur. Aslında dünya adaletsiz bir yerdir. Kimi insanların çok çalışarak elde etmeye çalıştığı bilgi, beceri seviyesi, kimi insanlar için hiç çaba gerektirmez. Yaptığı bestelerinin kopyasını bile yapmaya gerek duymayan, duyduğu şarkıları tek seferde ezberleyip üstüne nota hatalarını düzelterek çalabilen Mozart ilk gruptan. Salieri ise pek çok insan gibi ikinci gruptan. Çok çalışkan, disiplinli, dikkatli, hırslı ve müzik aşkıyla yanıp tutuşmakta. Ona göre tam da olması gerektiği gibi. Salieri'nin derdinin Mozart ile olduğunu düşünürsek Amadeus filmin ismi için en doğru seçim.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwYpa9hEyMzaK363Eny61z0k89uMCQ3V6AsdWWvlGDbY3N_qpISgga_MACoxWDPNcZRoMmC473JNMd8gbYF1SnAMDSgewv-KgD68fuqgTXy_Pu2O5ABawS7Mwc8tESq7UvUEQiZNy1z1M/s1600/Amadeus+7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwYpa9hEyMzaK363Eny61z0k89uMCQ3V6AsdWWvlGDbY3N_qpISgga_MACoxWDPNcZRoMmC473JNMd8gbYF1SnAMDSgewv-KgD68fuqgTXy_Pu2O5ABawS7Mwc8tESq7UvUEQiZNy1z1M/s320/Amadeus+7.jpg" /></a></div>
<br>
Filme giriş yapmadan önce belirteyim, filmi dün 2. kez izledim. Olası bir gelecekte tekrar izleyeceğime de eminim. Bana göre bir film nasıl olmalının cevabı 'Amadeus'. Açılış sahnesinden, kapanış sahnesine kadar dolu dolu bir 3 saat. Klasik müziğe doyacağınız, Mozart'ın kahkahalarına eşlik edeceğiniz, aşk ve nefret arasındaki o ince çizgiyi sorgulayacağınız bir 3 saat. Yönetmen <b>Milos Forman</b>. Yine çok sevdiğim filmlerden olan <b>One Flew Over the Cuckoo's Nest (Guguk Kuşu)</b> ve <b>Man on the Moon (Aydaki Adam)</b> filmlerini de yönetmiştir. Ve tüm bu filmlerden bolca Oscar, Golden Globe ödülü kazanmıştır. Başrollerde ise <b>F. Murray Abraham (Salieri)</b> ve <b>Tom Hulce (Mozart)</b> var.
<br><br>
Hikaye anlatıcımız Salieri olduğu için film onun yaşlılığı ile başlar. Mozart'ı öldürdüğü için vicdan azabı çekmektedir ve kendisini de öldürmeye çalışır. Henüz küçük bir çocukken Tanrı'yla anlaşma yapmıştır. Tek istediği müziğiyle anılmak, çok sevilmek ve yıllar sonra bile unutulmamaktır. Tıpkı Mozart gibi. Bunun karşılığında Tanrı'ya bekaretini saklamayı vaat eder. Tanrı, çekmesi gereken vicdan azabını yeterli görmemiş olacak ki, kendisini öldüremez. İşte bu inanılmaz acıyı F. Murray Abraham'ın oyunculuğundan çok net anlayabiliyoruz. Yaptığı anlaşmayı bozan, onun yerine Mozart'ı ve onun müziğini dünyaya tanıtması için seçen Tanrı, şimdi de onu öldürmeyerek cezalandırmaya devam eder.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGVCxJYbpgCceenM7EmmWQ7bKZ41JRt10qDoP3Tu-OXmE0WdQd-9DJnSovyVuETCQOFgeWYv81dlaBXB0KedaXkr21qkf3njZaST01clh5kr2vXpslp0MHvVeydk99mEkcga7SXMqXBRs/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGVCxJYbpgCceenM7EmmWQ7bKZ41JRt10qDoP3Tu-OXmE0WdQd-9DJnSovyVuETCQOFgeWYv81dlaBXB0KedaXkr21qkf3njZaST01clh5kr2vXpslp0MHvVeydk99mEkcga7SXMqXBRs/s320/images.jpg" /></a></div>
<br>
İntihar teşebbüsünden dolayı gittiği akıl hastanesinde, yukarıdaki diyaloğun taraflarından biri olan pedere tüm hikayeyi anlatmaya başlar. Burada bir es verirsek Milos Forman'ın Guguk Kuşu'ndaki etkileyici akıl hastanesi sahnelerini bu filmde de görebiliyoruz. Adamın delilere karşı bir hassasiyeti var.
<br><br>
Salieri, Mozart'ın çocukluğundan beri çeşitli krallıklarda çaldığından haberdardır ve müziğine hayrandır. Fakat onu daha önce hiç görmemiştir. Nasıl bir adamdır bu hayranlığı beslediği kişi ve bu hayranlığı hak ediyor mudur? Bir gün Viyana Kraliyet Sarayı'na gelen Mozart'ı kalabalık arasından, gözlemleyerek tanımaya çalışır. Bir şekilde, korkunç kahkahası ile bir kadınla oynaşan adamı izlemeye başlar. İçeriden müziğin sesini duyan Mozart 'Benim müziğim, bensiz başladılar' telaşıyla oradan ayrılır. Ve bingo! İşte ilk hayal kırıklığı. Bu küstah adam, Salieri'nin onun gelişi için bestelediği müziği de tek dinleyişte çalmış ve eklemeler yaparak güzelleştirmiştir. Mozart, Salieri'nin zıt karekteridir. Havai, uçuk kaçık, kadın düşkünü, içki içen, eğlenmeyi seven ve parasını asla kontrol edemeyen. Ve Tanrı, müziğini duyurmak için bu adamı seçmiştir. Neden? Eğer kendisi müziğiyle sevilmeyecekse, neden bu bitmek tükenmek bilmeyen müzik aşkı ile yaratılmıştır. Kıskançlık, haset gibi duyguların insana neler yaptırabileceği malum. Bu duygunun insanın içine yerleşmesi ise an meselesi. İşte o an Salieri, hayran olduğu bu adamdan nefret etmeye başlar. <b>Şu soru her şeyi özetliyor: Tanrım, neden bu adama bu yeteneği verdin ve neden bana sadece onun yeteneğini anlayabilecek bilgi verdin?</b>
<br><br>
Bu arada, yukarıda bahsettiğim 'Mozart'ı tanımaya çalışmak' bize çok uzak bir kavram olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Bu devirde biri ünlü olacak ve onu tanımayacağız. Bu imkansız.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgl9AtCJJayUkqYFhzUliW51aka64ntJo0TkmreVo7ZrSwwlIJxnKv25N6czr10o14oABpmz7FPha5pfZUQUZFHq_zljq4iy_oBBFQMq7djN3nK1SsnBsKYapahAUFSW-062StLwMCdlVY/s1600/Website+Film+Review+Image.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgl9AtCJJayUkqYFhzUliW51aka64ntJo0TkmreVo7ZrSwwlIJxnKv25N6czr10o14oABpmz7FPha5pfZUQUZFHq_zljq4iy_oBBFQMq7djN3nK1SsnBsKYapahAUFSW-062StLwMCdlVY/s320/Website+Film+Review+Image.jpg" /></a></div>
<br>
Mozart'ın tutarsız davranışları Salieri'nin en büyük yardımcısı olacaktır. Verdiği konserlerden epeyce para kazanmış olmasına rağmen yine de parasızdır. Hesabını bilmez, tabiri caizse har vurup harman savurur. Bu bilgiler Mozart'ın bilinen hayatı ile örtüşüyor. Döneminde pek çok insandan çok kazanmış fakat hep parasız kalmış, herkesten borç istemiştir. Yine zor durumda iken, öğrencilere ders vermek ister. Salieri'den yardım ister ve umduğu gibi yardım alacağının sözünü alır. Fakat Salieri'nin Mozart'a yardım etmek gibi bir niyeti hiç olmamıştır. Mozart ise bunu hiç fark edemeyecek kadar çocuktur. Mozart'ın genç kızları taciz ettiğine dair söylentiler yayar. Bu söylentiler işe yarayacaktır ve Mozart'ın çocuklarına ders vermesini kimse istemeyecektir. Hatta yazdığı operaların sahnelenmemesi için de elinden geleni yapar Salieri. Özellikle Mozart'ın karısı iş istemek için gittiğinde, bir kadına yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmış, yardımı karşılığında gece odasına davet etmiş ve birlikte olmamıştır. Hem Tanrı'ya verdiği sözü tutmuş hem de Mozart'dan intikam almıştır.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2azlQJkCw32yyjDe1Q3yLK-wICT_GzSVP42fTTuxYjZy1rqBDsH0rSPGwuPgDCWTosXHyRXmc6KCVPwhQGtLcetRqj36OvzPNbDEuPCuvLWhcfaETMi-NnttXWn0iiqHGxk5YiyKe2Lk/s1600/images+(2).jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2azlQJkCw32yyjDe1Q3yLK-wICT_GzSVP42fTTuxYjZy1rqBDsH0rSPGwuPgDCWTosXHyRXmc6KCVPwhQGtLcetRqj36OvzPNbDEuPCuvLWhcfaETMi-NnttXWn0iiqHGxk5YiyKe2Lk/s320/images+(2).jpg" /></a></div>
<br>
Film 3 saat olunca anlatacak çok şey oluyor. Sanırım artık, film içeriğini burada kesmeliyim. Kısaca bahsetmek gerekirse, hepimizin bildiği Türk Marşı'nın bestelenme süresi ve yine Türkleri anlatan <b>'Saraydan Kız Kaçırma'</b> operasından da sahneler izliyoruz. Ayrıca Mozart'ın son bestelerinden, ünlü <b>Ölüm Ayini(Requim)</b>'ninde bestelenme sürecine tanıklık ediyoruz. Hikayenin doğruluğu hakkında bir bilgi yok. Fakat Mozart'ın bu besteyi kendi ölümünü düşünerek yaptığını söyleyenler var. Requim'i bestelerken Mozart, içten içe ölümü çağırır. Mozart'ı müzik dünyasına kazandıran babası Leopold'da filmde kısa da olsa bulunmakta. Gerçek hayatta babası Mozart'ın en değer verdiği kişidir ve birlikte pek çok ülke dolaşmışlardır. Filmi Salieri'nin anılarından izlediğimiz için bu detaylar elbette filmde yok.
<br><br>
Bir yandan da Mozart'a üzülmekten kendinizi alamıyorsunuz. Evlilik, para ve şöhreti kaldıramayan, sorunlarıyla yüzleşemeyen dahi bir çocuk. Hayat onun gözünde içinde mükemmel müziğinin olduğu bir oyun bahçesi.
<br><br>
Sanırım ben bu filmi, aşk ve nefreti bir arada anlattığı için seviyorum. İnsan psikolojisini, bir amaç için yapılanları ve yapılanların olası sonuçlarını gösterdiği için de seviyorum. Klasik müziğe doyacağımız sahneler de hikayenin olmazsa olmazı. Ayrıca film 1984 tarihli olmasına rağmen, ilk izlediğimde filmin tarihine bakıp yuh dediğimi de hatırlıyorum. Görüntü kalitesi, sahneler, oyunculuklar hepsi muazzam.
<br><br>
İyi seyirler.sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-17679154394824324792014-10-31T16:09:00.004+02:002014-10-31T16:09:40.985+02:00Cuma Şarkısı: Kovacs / My Love<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjShzmbJzHOJHdsTu7NLSoHf8ZOJhfWJ4wJCH0TMWjfN8cwbqJL4ltyEY_y9qXcIcELzs1ReDz3OebtAOmTG20emLW2kaWpyXxjtxf6EALqZTAGKhIlCTY8BTAdizkhzuA0pUAeQneZlvw/s1600/kovacs.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjShzmbJzHOJHdsTu7NLSoHf8ZOJhfWJ4wJCH0TMWjfN8cwbqJL4ltyEY_y9qXcIcELzs1ReDz3OebtAOmTG20emLW2kaWpyXxjtxf6EALqZTAGKhIlCTY8BTAdizkhzuA0pUAeQneZlvw/s320/kovacs.jpg" /></a></div>
Bugün, çok sevdiğim bir arkadaşımın paylaşması sonrasında haberdar olduğum yepyeni bir şarkı paylaşacağım.
<br><br>
Yepyeni diye havalı giriş yaptım ama o kadar da yeni değil. <b>My Love</b> adlı EP'sini Şubat 2014'te yayınlamış <b>Kovacs</b>, tam adıyla <b>Sharon Kovacs</b>. Facebook hesabından bakınca 90'lı olduğunu gördüğümüz bu inanılmaz ses, geleceğin divası olmaya aday. Hem çok güçlü, hem de farklı bir sese sahip olan Kovacs, My love isimli güzel şarkısıyla Hollanda'dan dünya müzik piyasasına giriş yapmış. Hoş gelmiş, dinledik ve çok sevdik.
<br><br>
My Love, her şeyiyle (video, ses, tarz, müzik) çok başarılı olmasına rağmen, neden Youtube'da bu kadar az izlendiğini de merak ettim doğrusu.
<br><br>
<iframe width="640" height="360" src="//www.youtube.com/embed/CR6M_sqTVqE" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-86342603030128028772014-10-24T12:16:00.001+03:002014-10-24T12:18:18.998+03:00Çocuk Büyütme Rehberi: No se Aceptan Devoluciones<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqTO_oFNJyET3Yz-5A2QBXu-XRSL4J_ESJntBTWG2WO9pqU36_POzz5GP4LMAbzsitEbl1fLuwrTwyoxdXLvBujo6zVvR-C2da_EYbHQA9SWLi9NfILjIkURamqnfKS0TBcfGA83lK4OQ/s1600/indir.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqTO_oFNJyET3Yz-5A2QBXu-XRSL4J_ESJntBTWG2WO9pqU36_POzz5GP4LMAbzsitEbl1fLuwrTwyoxdXLvBujo6zVvR-C2da_EYbHQA9SWLi9NfILjIkURamqnfKS0TBcfGA83lK4OQ/s320/indir.jpg" /></a></div>
<b>10 dolarlık taksi parası hayatınızın en iyi yatırımı olarak sonuçlanabilir.</b>
<br><br>
Hayat, bizim hazır olup olmamanızı pek umursamaz. Her an karşımıza, beklediğimiz sürprizlerle çıkabilir. Bir bakmışız, hiç yapmayacağımızı düşündüğümüz şeyleri yapıyoruz. Çocuk sahibi olmak da bu sınıfa giren ve cesaret isteyen bir karar. Tabi karar vermek ve istemek de bizi bu zorlu ve bolca fedakarlık gerektiren sürece hazırlamaz. Kadınların hamilelikten dolayı geçirdikleri süre elbette erkeklere nazaran bir avantajdır. Erkekler ise ancak doğum sonrası, hazır olsun ya da olmasın artık baba olmak zorunda kalırlar.
<br><br>
<b>No se Aceptan Devoluciones, 2014 yapımı bir Meksika filmi.</b> Hatta 2014'ün en çok izlenen bağımsız filmi.
<br><br>
Valentine, ilginç bir çocukluk geçirmiş ve bir sürü korkusu olan bir adam. Babası <b>Johnny Bravo</b>, kendisi gibi korkusuz olması için Valentine'i çocukken epey zorlamış. Bilenler bilir, Johnny Bravo bir çizgi film karakteri. Kaslı, güçlü ve korkusuz. Babasının gerçek adı mı Johnny Bravo, yoksa özelliklerinden dolayı mı bu lakap takıldı bilmiyorum. Filmde öyle bir detay varsa kaçırmışım. Fakat Meksikalı bir adamın adının Johnny Bravo olması şu an çok mantıksız geldi.
<br><br>
Konumuza dönersek, Valentine'in nasıl bir çocukluk geçirdiğini anlamak için Johnny Bravo karakterini inceleyelim. Meksika'nın Acapulco şehrinde yaşayan Bravo, La Quebrada adlı meşhur bir yerden denize atlıyor. Araştırınca öğrendim ki, bu bölgede her sene denize atlayışlar düzenleniyor ve turistler de büyük ilgi gösteriyor. Tabi bu tepeden 7 yaşında bir çocuğu sırf korkusuz olsun diye atmak ne kadar mantıklı? İşte Valentine, yaklaşık 50m'lik bu yükseklikten babası tarafından atılıyor.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLfMrYrsi7ni2jG9KDfa14_5aa525NnE5b2K3hohpjUlXePJpLO9plBUa2Rp2ofZglL2hRHKlgGGv0t6ShL3MjXUIi06sBOns2shSxVpNGJ2j9EhBPY95dZDsCoAZ0IY4j_wkA899uSQw/s1600/32ac13064695437907f373bb8d2fcfa855_675_489.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLfMrYrsi7ni2jG9KDfa14_5aa525NnE5b2K3hohpjUlXePJpLO9plBUa2Rp2ofZglL2hRHKlgGGv0t6ShL3MjXUIi06sBOns2shSxVpNGJ2j9EhBPY95dZDsCoAZ0IY4j_wkA899uSQw/s320/32ac13064695437907f373bb8d2fcfa855_675_489.jpg" /></a></div>
<br><br>
Büyüdüğünde ise Valentine, etrafında bolca kadının olduğu bir hayat kuruyor kendine. Günlük yaşıyor, aile olmak gibi bir derdi yok. Aslında yaşayamadığı çocukluğunu yaşıyor. Şımarık, istikrarsız.
<br><br>
Ve bir gün, kapı çalıyor. Kapıda Julie adında sarışın bir kadın ve kucağında Maggie adında bir bebek. Sonrasını tahmin etmesi zor değil. Bebeği Valentine'e veriyor, bu senin bebeğin diyor. Taksi parasını da alıp kaçıyor. Valentine için bu durum tam bir kaos. Ne yapacağını bilemediği için Julie'yi takip ediyor. Fakat Julie ülkede değiştiriyor, yani Amerika'ya gidiyor. Valentine bu durumda vazgeçiyor mu? Hayır. Yürüyerek Amerika'ya gitmeye çalışıyor.
<br><br>
Bir tesadüf eseri, Valentine Amerika'da dublörlük yapmaya başlıyor. Yani yüksek yerlerden atlıyor, ateşle oynuyor, duvara çarpıyor. Tüm bunları yaparken ödü patlasa da hepsi Maggie için. Sonrasında artık Maggie ve Valentine bir ekip oluyor. İnsanı kız çocuğu sahibi olmaya özendiren sahneler izliyoruz. Maggie, babasını -tıpkı Valentine'in kendi babasını korkusuz görmesi gibi- korkusuz zannediyor. Sığ, umursamaz bir adamken hassas, duyarlı ve düşünceli bir adama dönüşüyor Valentine, aslında baba oluyor.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbumPdNIqis2mEV8R-Tz2F752LbxtDlgl73vVOavwKrtVxry2Z4lz0JWU0J8yxPxaR5yDHH0j4Rq-iT1mTRyLHKw2_LlxoQW_4KXkSZ70VZAFgRS5-90UqMiWTXECRprPCv0pfAugVdFo/s1600/no_se_aceptan_devoluciones_cine.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbumPdNIqis2mEV8R-Tz2F752LbxtDlgl73vVOavwKrtVxry2Z4lz0JWU0J8yxPxaR5yDHH0j4Rq-iT1mTRyLHKw2_LlxoQW_4KXkSZ70VZAFgRS5-90UqMiWTXECRprPCv0pfAugVdFo/s320/no_se_aceptan_devoluciones_cine.jpg" /></a></div>
<br><br>
Ben filmi çok beğendim. Hatta sonra üstünde düşündüm. Evet klişe bir konu, çok defalar izlediğimiz bir senaryo. Beğenmemde ki en büyük etken samimiyetti sanırım. Oyuncular çok doğal. Komedi/dram türünü çok iyi harmanlamış. Hiçbir sahnesi abartı gelmedi. Son bölümleri daha can sıkıcı olabilir. Can sıkıcı derken, aslında film komedi filmi gibi başlıyor, dram filmi gibi bitiyor. Özellikle filmin sonu çok çarpıcı. Hayatımızda anlamsız gelen, olmasaydı da olurdu dediğimiz o kadar çok şey var ki. Fakat bu yaşanmışlıkların hep bir adım ilerisi var. Belki yıllar sonra anlamlandıracağız.
Ama yaşamamız gereken bir şey varsa, hoşumuza gitsin ya da gitmesin yaşamalıyız.
<br><br>
Gerçekten güzel bir film olmuş No se Aceptan Devoluciones.
<br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-51247325401048125752014-10-17T16:41:00.003+03:002014-10-17T16:42:41.944+03:00The Commitments / Bring It On Home To Me<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTssjP1AUfAn199woLMD5aGH0kAdGQmXcoltvprXVnBE7hKT10QldBYaNi34QlMKveC4FwC_CUPK1v_PLa5Pc6cYFgVbxPdvxJxxvT0KhpPAAEi59-xfbUSBFLE_VLaOsSzQDP7tDgwmw/s1600/The_Commitments-Color.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTssjP1AUfAn199woLMD5aGH0kAdGQmXcoltvprXVnBE7hKT10QldBYaNi34QlMKveC4FwC_CUPK1v_PLa5Pc6cYFgVbxPdvxJxxvT0KhpPAAEi59-xfbUSBFLE_VLaOsSzQDP7tDgwmw/s400/The_Commitments-Color.jpg" /></a></div>
<br>
Bugün Nostalji günü. <b>The Commitments</b> yorumuyla, 1962 tarihli <b>nefis bir Sam Cooke şarkısı</b>nı paylaşıyorum. <b>Bring It On Home To Me.</b>
<br><br>
The Commitments ise <b>1991 tarihli bir Alan Parker filmi</b>. Dublin'de geçen ve bir grup beyazın siyah müziği yapmasını anlatan oldukça eğlenceli bir film. Soul yapan 10 kişilik, beyaz bir grup ne kadar anlaşırsa, onlarda o kadar anlaşabiliyorlar. Bize de bu grup içi çekişmeleri izleyip eğlenmek ve güzel müzikler dinlemek kalıyor.
<br><br>
The Commitments, filmden sonrada müzik hayatına devam etmeye çalışmış ama muvaffak olamamıştır. Daha doğrusu, müzik hayatları bu filmle başlamış ve bu filmle bitmiştir. Filmle aynı isimde kurdukları The Commitments, kurgudan gerçeğe geçiş yapar ve bahsi geçen 10 kişi, klasikleşen bir soundtrack albümünü geride bırakırak dağılır. Sonradan kalan bir kaç kişiyle yollarına devam etmeye çalışsalar da başarılı olamazlar. <b>Mustang Sally</b> bu albümün en bilinen şarkısıdır.
<br><br>
<iframe width="640" height="480" src="//www.youtube.com/embed/HI9kGn1XP6Q" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-48732117107943014112014-09-26T16:32:00.001+03:002014-09-26T18:16:07.994+03:00Cuma Şarkısı: Arcade Fire / Reflektor<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJQqI7r5aHX2qq5-AaluVgd8BLhxW5iB293EtAgrjDDwuek4Y0xRISv6jnCtRbLOQaCaOdCa8Wlp_kcDyhKBZrJ5o7mSDGSAmPL5xV4XPraUl02NGHMobGHlSSAmnLlMMwUNharN1Ycws/s1600/arcade-fire.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJQqI7r5aHX2qq5-AaluVgd8BLhxW5iB293EtAgrjDDwuek4Y0xRISv6jnCtRbLOQaCaOdCa8Wlp_kcDyhKBZrJ5o7mSDGSAmPL5xV4XPraUl02NGHMobGHlSSAmnLlMMwUNharN1Ycws/s400/arcade-fire.jpg" height="320" width="320" /></a></div>
Bugün seçtiğim şarkı Kanadalı grup <b>Arcade Fire</b>'dan. Grupla tanışıklığım 2010 yılında çıkan <b><a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/search?q=the+suburbs">The Suburbs</a></b> adlı harika albümü keşfetmem ile başladı. 2004 yılından itibaren 4 stüdyo albümü çıkaran grup her geçen gün müzik kalitesini artırmakta. 2013'te yayınlanan son albümleri <b>Reflektor</b>'ün her şarkısı keyifle dinleniyor.
<br><br>
<b>Reflektor</b> aynı adlı albümün çıkış şarkısı. <b>David Bowie</b> şarkılarını andırıyor, bu yüzden daha çok seviyorum bu şarkıyı. Ayrıca şarkı kadar güzel bir videoya sahip.
<br><br>
<iframe width="600" height="360" src="//www.youtube.com/embed/7E0fVfectDo" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-19547920609915350582014-09-25T16:46:00.001+03:002014-09-26T12:10:58.336+03:00İzlediğim En Komik 50 Film<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbaFBJb7O9f2WyzCk0J6xcZuIgR6-gWQC0C7vyS-M1iWAy3LCc1Oj1DM-qjNkKnLYKIaEJzX-bMlrSvN28E5Q4teODFVUOdOu3O9khJdWnVAdnTKdKGpamFions2jumtF5UklCsD4EOgo/s1600/comedymovies.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbaFBJb7O9f2WyzCk0J6xcZuIgR6-gWQC0C7vyS-M1iWAy3LCc1Oj1DM-qjNkKnLYKIaEJzX-bMlrSvN28E5Q4teODFVUOdOu3O9khJdWnVAdnTKdKGpamFions2jumtF5UklCsD4EOgo/s1600/comedymovies.jpg" /></a></div>
<br>
Komedi filmleri genelde küçümsenir, kimsenin en favori filmleri arasına girmez. Benim içinse komedi filmleri vazgeçilmez. İyi mizah insanı mutlu eder ve eğlendirir. Son dönemlerde istediğim tarzda komedi filmi bulamaz oldum. Googlelayıp bulduğum tüm zamanların en iyi komedi filmleri listelerinden güzel örnekler de izledim. Fakat bu listelerde hep üst sıralarda olan ve neredeyse hiç gülmediğim Caddyshack gibi filmler yüzünden bu listeyi yapıyorum. Mizah biraz da kültürle alakalı olduğundan, içinde Chevy Chase olsa da -ki gerçekten komik filmleri vardır- golf temalı bir film bize pek komik gelmeyebilir.
<br />
<br />
Benim gibi bu sıkıntıyı yaşayanlara faydalı olması için bir liste hazırlamaya karar verdim.
<br />
<br />
<b>1. Safety Last (1923, Harold Lloyd)</b><br />
Safety Last, benim izlediğim en komik film. 1923'te çekildiğini ve herhangi bir diyalog içermediğini göz önünde bulundurursak harika bir klasik. Çekim teknikleri ile zamanının önüne geçmiştir elbette ama asıl espriler ve detaylar muhteşem ve gerçekten kaliteli. Yaklaşık bir saatlik süre kahkahalar ile geçer, farkında olmazsınız.
<br />
<br />
<b>2. Party (1968, Blake Edwards, Peter Sellers)</b><br />
Peter Sellers bence efsane bir oyuncu. Yönetmen <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2011/01/blake-edwards-filmleri.html" target="_blank">Blake Edwars</a> ile harika işlere imza atmış. Party en çok güldüğüm film olabilir. Yanlış anlaşılmalar, kontrolden çıkan olaylar, sakarlıklar... Peter Sellers'ın Hrundi V. Bakshi adında bir Hintliyi canlandırması bile gülmek için yeterli.Filmin konusu kısaca: Hrundi V. Bakshi geleneklerine bağlı bir Hintli olarak, bir yanlış anlaşılma sonucu modern ve zengin insanların olduğu bir partiye katılır.
<br />
<br />
<b>3. Monty Python and the Holy Grail (1975, Terry Gilliam, Terry Jones)</b><br />
Monty Python ekibinin en sevdiğim filmi Holy Grail. Bu ekip keşke daha fazla film çekip ayrılsaymış. İngilizler mizah anlayışıyla ünlüdür. Kendi tarihleriyle dalga geçerek, baştan sona acayip saçma bir film. Hikaye şöyle; Kral Arthur ve yuvarlak masa şövalyeleri kutsal kaseyi bulmak için yola çıkar. Bu filmde mantık aramayın, sadece eğlenmenize bakın.
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIYW-QFajIeIdXZW2mnnL-IafMP38DD72uduk-hDwTSYGp_pabgZA50U9cMNeUc1djNCNaNh0R4caiYa2QaUcTqUkzGavk69EY30RSE9Z4XHlnMLhrACKuFq_jm5mfXuCW4ULHnpNeaYc/s1600/HolyGrail.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIYW-QFajIeIdXZW2mnnL-IafMP38DD72uduk-hDwTSYGp_pabgZA50U9cMNeUc1djNCNaNh0R4caiYa2QaUcTqUkzGavk69EY30RSE9Z4XHlnMLhrACKuFq_jm5mfXuCW4ULHnpNeaYc/s400/HolyGrail.jpg" /></a></div>
<br>
<b>4. Kapıcılar Kralı (1976, Kemal Sunal, Zeki Ökten, Umur Bugay)</b><br />
Kemal Sunal filmleri kendi arasında başlı başına listelenebilir. En sevdiğim Kemal Sunal filmi ise Kapıcılar Kralı'dır. Türkiye'nin en uzun soluklu dizisi Bizimkiler'in de ilhan kaynağıdır. Hem komiktir hem de epey siyasi. Kapıcılar Kralı'nda Türkiye'nin 70'li yıllardaki toplum yapısı gözlemlenebilir. En üst katta dolandırıcı kiracılar ve soymayı hayal ettikleri tefeci zengin adam, 4. katta apartmanın yönetimini ele geçiren albay ve müdür, 3. katta dedikoducu makbule ve Almancı Nuri, 2. katta kılıbık Fehmi ve sarhoş, 1. katta ise memur ve doktor oturmaktadır. En altta ise meşhur kapıcımız Seyit. Bu sıralamada kendine bir yer edinmek zorundadır, yoksa hep ezilecektir.
<br />
<br />
<b>5. The Blues Brothers (1980, Dan Aykroyd, John Belushi)</b><br />
80'li yılların kara mizah soslu efsane blues müzikali. Yaklaşık 2,5 saatlik bir süreye sahip olmasına rağmen bunu hissettirmeyen akıp giden bir film. Tanrı'nın verdiği görevi yerine getirmeye çalışan iki blues müzisyeninin hikayesini izliyoruz. Açılış sahnesi yaklaşan absürt mizahın habercisi. Polis arabasıyla hapishaneden arkadaşını almaya giden siyah takım elbiseli ve fötr şapkalı bir müzisyen.
<br />
<br />
<b>6. The Pink Panther Series (1963, Blake Edwards, Peter Sellers)</b><br />
Pempe Panther serisini arada özler ve izlerim. Çok da severim. Hakkında <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2011/01/blake-edwards-filmleri.html" target="_blank">çok yazdım</a> bu bu ikilinin. O yüzden kısa kesiyorum. Amaç listeye almaktı.
<br />
<br />
<b>7. The Meaning of Life (1983, Terry Gilliam, John Cleese)</b><br />
The Meaning of Life da bir Monty Python filmi. Holy Grail için yazdığım kriterler bu film için de geçerli. Çok saçma ama çok komik. Hikeye doğumdan başlıyor, çocukluk, öğrencilik, askerlik, evlilik gibi yaşamlarımızın olmazsa olmazlarını irdeliyor. Hayatın anlamını bir de Monty Python ekibinin bakış açısından izleyin.
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw73b7EUD4mTjhFHk2pIFGJzvQgCaxfos7Y9RprfJPSLOzhHLKzy4dhPkShu_HFsC7tbbd0CspHqcZUulzVoEEFA6FWQV0eeuj44pO_j5hCQOFBw5EWMBDQiFCt1CEpbW0cT8g_FMDUJI/s1600/meaningoflife.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw73b7EUD4mTjhFHk2pIFGJzvQgCaxfos7Y9RprfJPSLOzhHLKzy4dhPkShu_HFsC7tbbd0CspHqcZUulzVoEEFA6FWQV0eeuj44pO_j5hCQOFBw5EWMBDQiFCt1CEpbW0cT8g_FMDUJI/s400/meaningoflife.jpg" /></a></div>
<br>
<b>8. Life of Brian (1979, Terry Gilliam, John Cleese)</b><br />
Bir Monty Python filmi daha ekliyorum ve bu sonuncusu :) Kabul bu üç filmi ve mizah anlayışlarını çok seviyorum. Life of Brian'da ne anlatılıyor derseniz kısaca Hıristiyanlık derim. Brian da tahmin edebileceğiniz üzere seçilmiş kişi. İngiliz mizahıyla anlatılan bir Mesih hikayesi. Tabi ki çok komik.
<br />
<br />
<b>9. The Jerk (1979, Steve Martin, Carl Reiner)</b><br />
Steve Martin'in bence en komik filmi. Filmde Navin adında bir geri zekalıyı canlandırır. Mississippili siyahi bir ailenin evlatlık çocuğu olarak büyümüştür ve beyaz olduğunun farkında değildir. 18 yaşına gelince dünyayı keşfetmek için evden ayrılır. Bu arada 18 yaşındaki hali, bildiğimiz Steve Martin'in beyaz saçlı hali.
<br />
<br />
<b>10. Tais-toi! (2003, Francis Veber, Gérard Depardieu, Jean Reno)</b><br />
Tais-toi! ülkemizde 'Dost musun, düşman mı?' adıyla gösterilen bir fransız filmi. Francis Veber'in hem yazıp hem de yönettiği bu film gerçekten çok komik. Jean Reno ve Gérard Depardieu'nun karakterleri ve oyunculukları muazzam. Aslında, birbiriyle hiç alakası olmayan iki insanın yollarının kesişmesi gibi klişe bir konudan yola çıkan basit bir senaryo var ortada. Depardieu, bildiğimiz aptalı oynuyor ama dost canlısı ve epey geveze. Reno ise tam tersi hiç konuşmayan, yalnız takılan bir karakter. Fakat diyaloglar efsane. Gönül rahatlığıyla bol kahkaha vaat edebilirim.
<br />
<br />
<b>11. Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964, Stanley Kubrick, Peter Sellers)</b><br />
Kısaca savaş komedisi. Kara mizah da diyebiliriz. Peter Sellers 3 rolde birden oynamakta. Diyalogların ve karakterlerin oldukça komik olduğu bir Stanley Kubrick filmi.
<br /><br />
<b>12. Dumb&Dumber (1994, Jim Carrey, Jeff Daniels)</b><br />
Jim Carrey komik bir adam, eminim herkes hakkını verir. Dumb&Dumber ise en komik filmidir. Salak ve Avanak arkadaşların buldukları bir çantayı sahibine geri iade etmek için çıktıkları uzun bir yol ve başlarına gelenler. Dumb&Dumber To yolda. Bakalım ilki kadar komik olabilecek mi? Devam filmlerinin makus kaderini mi paylaşacak? Kafamda deli sorular ama ümitliyim. Türkiye gösterim tarihi 14 Kasım.
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtN9D7QWk28OKUKyfRHVdDDHPXltluL6nOHUIc9k7kJ_ip9m3YuAo5MgI3DNnt_-h1qEA_Cxqf1H9BNqB-c_oVRFF4kVeCkfrRGIGwK5zL4ojnbLPuWUZUScrwdXZbQgZertZlgaRhXNQ/s1600/dumb-and-dumber1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtN9D7QWk28OKUKyfRHVdDDHPXltluL6nOHUIc9k7kJ_ip9m3YuAo5MgI3DNnt_-h1qEA_Cxqf1H9BNqB-c_oVRFF4kVeCkfrRGIGwK5zL4ojnbLPuWUZUScrwdXZbQgZertZlgaRhXNQ/s400/dumb-and-dumber1.jpg" /></a></div>
<br>
<b>13. Superbad (1994, Michael Cera, Jonah Hill, Seth Rogen)</b><br />
Bu filme acayip bir ön yargıyla başladım. Sonrasında ise acayip eğlendim. Klasik Amerikan liseli komedisi aslında. Yine bir yerlerde parti, kızlar ve bekaret muhabbeti var. Bu tarz filmlerden çok hoşlanmadığım doğrudur. Hepsi aynı geliyor. Superbad ise bu tarzın en iyi örneği olabilir.
<br />
<br />
<b>14. Bowfinger (1999, Frank Oz, Steve Martin, Eddie Murphy)</b><br />
Steve Martin listemdeki 2. filmi olan Bowfinger'da bir yapımcı. Elbette parasız ve oldukça itibarsız. Yeni filminde Murphy'nin canlandırdığı Kit Ramsey adındaki ünlü oyuncuyu oynatmak istiyor. Mümkün olmadığını anlayınca da dahiyane bir çözüm buluyor ve uygulamaya başlıyor. Sonrası bol kahkaha.
<br />
<br />
<b>15. Ko to tamo peva (1980, Slobodan Sijan)</b><br />
Bu filme ilgili yakın zamanda uzun bir yazı yazdım. <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2014/07/balkanlardan-siyasi-mizah-ko-to-toma.html" target="_blank">Buradan</a> okuyabilirsiniz.
<br><br>
<b>16. Le dîner de cons (1998, Francis Veber)</b><br />
Listedeki bir diğer Francis Veber filmi. Salaklar Sofrası olarak çevrilmiştir. Hikaye, bir grup kibirli zenginin, kendilerine eğlence çıkartmak amacıyla haftanın bir günü masalarında bir salağı ağırlaması üzerine kurulmuştur. Salaklar özenle seçilmiş tabi. Oldukça eğlenceli bir film.
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYnVTsVfrNXG3PHVgCp9CO7Rp_zgvI0FLPIc6mxK_RDA4gP7v7w5YwMYEgg6wvrtZhA7bVzo94KDRDpkTJZuh-fxMo76iUw61nhBghdQ_3QUbYA_-veAciwMhWl8p1hkJE1j7xKz5ZM1g/s1600/ledinercons.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYnVTsVfrNXG3PHVgCp9CO7Rp_zgvI0FLPIc6mxK_RDA4gP7v7w5YwMYEgg6wvrtZhA7bVzo94KDRDpkTJZuh-fxMo76iUw61nhBghdQ_3QUbYA_-veAciwMhWl8p1hkJE1j7xKz5ZM1g/s400/ledinercons.jpg" /></a></div>
<br>
<b>17. The Mouse That Roared (1959, Peter Sellers)</b><br />
Peter Sellers'ın yine 3 rolde birden oynadığı pek bilinmeyen güzide bir filmi daha. Hikayesi ise şöyle; küçük bir ülkenin ABD'ye savaş açması. Evet günümüzde bu pek mümkün görünmüyor ama yapılsa herhalde ortaya böyle komik bir hikaye çıkar.
<br />
<br />
<b>18. Anger Management (2003, Peter Segal, Jack Nicholson, Adam Sandler)</b><br />
Steve Martin listemdeki 2. filmi olan Bowfinger'da bir yapımcı. Elbette parasız ve oldukça itibarsız. Yeni filminde Murphy'nin canlandırdığı Kit Ramsey adındaki ünlü oyuncuyu oynatmak istiyor. Mümkün olmadığını anlayınca da dahiyane bir çözüm buluyor ve uygulamaya başlıyor. Sonrası bol kahkaha.
<br />
<br />
<b>19. Me, Myself & Irene (1959, Jim Carrey, Renée Zellweger)</b><br />
Jim Carrey'nin bir şizofreni canlandırdığı oldukça komik bir film. İnce espriler ve detaylarla süslü. Charlie'nin başarılı ve çok zeki siyahi çocukları, hep ezildiği için Hank'e dönüşümü, Hank ve Charlie'nin kavga sahnesi filmden akılda kalanlar.
<br />
<br />
<b>20. Office Space (1999, Mike Judge)</b><br />
Bu filmde herkes iş yaşamına dair bir şeyler bulacaktır. Sıkışık trafik sahnesi ile açılan film, daha ilk dakikalarda güldürmeye başlar. Ofiste olabilecek tüm karakterler filmde canlandırılmıştır. Bir printer parçalama sahnesi vardır ki efsanedir, benim gibi ofis çalışanlarını özendirebilir.
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg5Zu9SbdCDLWlstwOrA-fjnyPzApTCvlYNp7uDcJ1XjwI22ih63cKhIUmu76Pp9hc8kjOWAW5657E7G4QZrtSrshsi4o2R7sSn1JPADtoCxMtY8y6hbgjmx22QAbhkcngfYwYec0tVFrw/s1600/office-space.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg5Zu9SbdCDLWlstwOrA-fjnyPzApTCvlYNp7uDcJ1XjwI22ih63cKhIUmu76Pp9hc8kjOWAW5657E7G4QZrtSrshsi4o2R7sSn1JPADtoCxMtY8y6hbgjmx22QAbhkcngfYwYec0tVFrw/s400/office-space.jpg" /></a></div>
<br>
Kalan 30 filmi de liste halinde ekliyorum. Hepsinde güldüğüm ve eğlendiğim için bu filmler bu listeye girmiştir. İçinde illa ki sizin mizah anlayışınıza uygun filmler vardır.
<br><br>
<ul style="list-style:disc; line-height:30px;">
<b>20.</b> Kind Hearts and Coronets (1949, Robert Hamer)<br />
<b>21.</b> Planes, Trains & Automobiles (1987, Steve Martin, John Candy)<br />
<b>22.</b> The Big Lebowski (1998, Ethan Coen, Joel Coen, Jeff Bridges)<br />
<b>23.</b> Tosun Paşa (1976, Kemal Sunal, şener Şen, Adile Nasit)<br />
<b>24.</b> Bean (1997, Rowan Atkinson, Peter MacNicol)<br />
<b>25.</b> Kingpin (1996, Woody Harrelson, Randy Quaid, Bill Murray)<br />
<b>26.</b> The Incredible Burt Wonderstone (2013, Steve Carell, Luke Vanek, Steve Buscemi, Jim Carrey)<br />
<b>27.</b> Talladega Nights: The Ballad of Ricky Bobby (2006, Will Ferrell, John C. Reilly)<br />
<b>28.</b> Vacation (1983, Chevy Chase)<br />
<b>29.</b> Hot Fuzz (2007, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)<br />
<b>30.</b> Groundhog Day (1993, Bill Murray, Andie MacDowell)<br />
<b>31.</b> Team America: World Police (2004-Animasyon, Trey Parker, Matt Stone)<br />
<b>31.</b> Death at a Funeral (2007, Frank Oz)<br />
<b>33.</b> Shaun of the Dead (2004, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)<br />
<b>34.</b> Tommy Boy (1995, Chris Farley, David Spade)<br />
<b>35.</b> The Bucket List (2007, Jack Nicholson, Morgan Freeman)<br />
<b>36.</b> 50 First Dates (2004, Adam Sandler, Drew Barrymore, Rob Schneider)<br />
<b>37.</b> Semi-Pro (2008, Will Ferrell, Woody Harrelso)<br />
<b>38.</b> Köyden İndim Şehire (1974, Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe)<br />
<b>39.</b> Tucker & Dale vs. Evil (2010, Tyler Labine, Alan Tudyk)<br />
<b>40.</b> The World's End (2013, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)<br />
<b>41.</b> Sakar Şakir (1977, Kemal Sunal, Ünal Gürel, Adile Nasit)<br />
<b>42.</b> Paul (2011, Edgar Wright, Simon Pegg, Nick Frost)<br />
<b>43.</b> Last Vegas (2013, Robert De Niro, Michael Douglas, Morgan Freeman)<br />
<b>44.</b> It's a Mad, Mad, Mad, Mad World (1963, Stanley Kramer)<br />
<b>45.</b> Mousehunt (1997, Gore Verbinski)<br />
<b>46.</b> Rat Race (2001, Breckin Meyer, Amy Smart, Whoopi Goldberg)<br />
<b>47.</b> Four Lions (2010, Christopher Morris)<br />
<b>48.</b> In Bruges (2008, Colin Farrell, Brendan Gleeson)<br />
<b>49.</b> Deuce Bigalow: Male Gigolo (1999, Rob Schneider)<br />
<b>50.</b> Harold & Kumar Go to White Castle (2004, John Cho, Kal Penn)<br />
</ul>
<br>
İyi seyirler.
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-87539768561953780242014-09-19T14:39:00.001+03:002014-09-24T17:45:18.123+03:00Cuma Şarkısı Morrissey'den Let Me Kiss You<div style="float: left; margin-bottom: 20px; margin-right: 10px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-cs5wAmPrRief6dzEv9TxS2pJ7VwoVxjUt2mXI-NcW0thaXzCeeUz3T_F08fQjL3iylqqEQgHm0AYZDYQJJ-CTnmcesVJDkoIpMokkFkLAkkNwpK-nCfl_wgxi8BCXEJDCKHriFEyGBs/s1600/morrisey.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-cs5wAmPrRief6dzEv9TxS2pJ7VwoVxjUt2mXI-NcW0thaXzCeeUz3T_F08fQjL3iylqqEQgHm0AYZDYQJJ-CTnmcesVJDkoIpMokkFkLAkkNwpK-nCfl_wgxi8BCXEJDCKHriFEyGBs/s1600/morrisey.jpg" height="213" width="320" /></a></div>
<b>Morrissey</b>, gerçekten müthiş bir sese sahip. Üstüne bir de enfes şarkılar yazıyor. Uzun süre dinlenilmediğinde özleniyor.
<br />
<br />
Bugün için sonbahar mevsimine yakışan, hüzünlü ve çok sevdiğim bir şarkısını seçtim. Sözler <b>Morrissey </b>ve <b> Alain Whyte</b>'a aitç
<b>Moz'un 2004'te yayınlanan albümü You Are the Quarry'den Let Me Kiss You. </b>
<br />
<br />
Ayrıca, Morrissey'in Ekim ayında tekrar İstanbul'a geleceği söylentileri dolaşmakta. Bugüne kadar kendisini canlı dinlemeye gidemedim. Bu sefer olacak gibi =)
<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="360" src="//www.youtube.com/embed/KWOvIQnAIU4" width="600"></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-49514979744451491422014-09-15T16:42:00.005+03:002014-09-15T16:42:57.540+03:00Miyazaki ile Rüzgar Yükseliyor: Jirô Horikoshi vs Vecihi Hürkuş<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXLttN06ZEdGSYyN6_ToDdOvG6081XqU5p7QWRHFwZQXU6UszxE9PGxgyFptPLO3Iz4O_7FiH5xHmHl5w8MD0by7XpTwyJIldJ8Q7akai-uGENVm8F1Q1oiRwNZKpHH3czc4GjTt2B2DY/s1600/ruzgar.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXLttN06ZEdGSYyN6_ToDdOvG6081XqU5p7QWRHFwZQXU6UszxE9PGxgyFptPLO3Iz4O_7FiH5xHmHl5w8MD0by7XpTwyJIldJ8Q7akai-uGENVm8F1Q1oiRwNZKpHH3czc4GjTt2B2DY/s320/ruzgar.jpg" /></a></div>
<b>Rüzgar Yükseliyor (Kaze tachinu)</b> Japon anime ustası <b>Hayao Miyazaki</b>'nin 2013 yapımı son filmi. Venedik Film Festivali'nde, Miyazaki'nin birlikte çalıştığı <b>Studio Ghibli</b>'nin başkanı tarafından yapılan açıklama doğruysa eğer -ki öyle görünüyor- <b>Rüzgar Yükseliyor, Miyazaki'nin gerçekten son filmi</b>. 72 yaşındaki usta son ve en gerçekçi projesiyle emekliye ayrılıyor.
<br><br>
Miyazaki'nin daha önceki filmlerinden yola çıkarsak, eşsiz bir hayal gücü ve nevi şahsına münhasır karakterleri gelir aklımıza. Yürüyen şatolar, ruhlar, ejderhalar gibi doğaüstü hikayeler vardır filmlerinde. Rüzgar Yükseliyor'u geçmiş filmlerinden ayıran en temel nokta, filmin <b>Jirô Horikoshi</b>'nin gerçek hayat hikayesinden yola çıkan biyografik bir film olması. Bu açıdan bakıldığında ortaya pek öyle fantastik bir hikaye çıkmamış. <b>Hal böyle olunca, I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Nazizm, deprem, savaş gibi olguları içinde barındıran buz gibi bir gerçeklik çıkıyor karşımıza.</b>
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDPcG84dGbOO-l6kbUGFqvQWogDcHfY5hIEE_pepHnC_8fLThw4ket9z8vs1IjKmH5m8egy36eO3mCGBsUdg-XHmYPBQYea0yvyejGi2HjQD9YFrbNiCoDAJ_-B_xGS2dPPsvLEWxVBDs/s1600/kaze-18.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDPcG84dGbOO-l6kbUGFqvQWogDcHfY5hIEE_pepHnC_8fLThw4ket9z8vs1IjKmH5m8egy36eO3mCGBsUdg-XHmYPBQYea0yvyejGi2HjQD9YFrbNiCoDAJ_-B_xGS2dPPsvLEWxVBDs/s400/kaze-18.jpg" /></a></div>
<br>
Kahramanımız <b>Jirô Horikoshi uçaklara ve uçmaya oldukça meraklı bir çocuk</b> olarak karşımıza çıkıyor. Miyop olduğu için asla pilot olamayacağı gerçeğiyle yüzleşip, uçak tutkusundan vazgeçemeyeceğini anladığında, uçak tasarlamak fikrine tutunuyor. 20. yüzyılın başlarında geçen hikayede, dönemin <b>ünlü İtalyan uçak mühendisi Giovanni Battista Caproni</b>, Jirô için ilham kaynağı. Öyle ki, rüyalarında Caproni ile buluşan Jirô, hayran olduğu adamla bulutların üstünde çıkar, uçakların kanatlarında yürür. Henüz filmin başında geçen bu rüya sahneleri, Miyazaki'nin tarzına en uygun sahneler olarak dikkat çekiyor. Sanki birazdan göreceğimiz o saf gerçekliğe hazırlıyor bizi.
<br><br>
Jirô, uçak tasarımı yapma yolunda yavaş ama emin adımlarla ilerlerken, yaptığı tren yolculuğu sırasında, 1923 yılında gerçekleşen büyük Kanto depremini yaşar. Deprem sahnesi öyle güzel yapılmış ki, çizgi de olsa epey etkiliyor. Hemen akabinde gelen yangınlar ve diğer felaketlerle birlikte filmin seyri de bir anda değişiyor. Tabi ki bu sahneler izleyicinin beklentilerini de değiştiriyor. Benim gibi film hakkında bir bilgi sahibi olmadan izliyorsanız ve fantastik ve eğlenceli bir hikaye izlemek amacıyla ekran karşına geçmişseniz titreyip kendinize gelmek zorundasınız. En azından filmin bir hayal ürünü değil de biyografi olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz. Eğer artan dramın dozuna ve biyografi fikrine alıştıysanız filme devam edebilirsiniz. Zira sonrasında çağın vebası verem, II. Dünya Savaşı öncesi dönemde, modernleşmeye ve kalkınmaya çalışan bir halk izleyecekseniz. <b>Bütün bu olumsuz yanların yanında büyük de bir aşk hikayesi var. Jirô ve Kayo'nun aşkı.</b>
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhovlVbwf3agtuqrSfcoGXFKIPWmjOdi3AkdQRFx850poTqzeIejyMfGp3zcnY7c5vG3u5X9zHmF0k3pdVqoIxlI77_0O9_N5IsU_dPoVmJhKVp_NkTB40NEC2VE5kLxeHTHcwpleSiN6U/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhovlVbwf3agtuqrSfcoGXFKIPWmjOdi3AkdQRFx850poTqzeIejyMfGp3zcnY7c5vG3u5X9zHmF0k3pdVqoIxlI77_0O9_N5IsU_dPoVmJhKVp_NkTB40NEC2VE5kLxeHTHcwpleSiN6U/s400/images.jpg" /></a></div>
<br>
Film sonrası araştırmamdan öğreniyorum ki <b>Jirô Horikoshi, II. Dünya Savaşında Pearl Harbor baskınında kullanılan Mitsubishi A6M Zero modeli uçağın yaratıcısı</b>. Bu kadar iyi yürekli bir adamın tutkusunun sonrasında nelere yol açabileceğini gösteren gerçeklik.
<br><br>
Özetle, Miyazaki sevenleri hayal kırıklığına uğratabilecek bir film olmuş Rüzgar Yükseliyor. Fakat bütün bu olumsuz etkiye rağmen benim için de sürpriz olan bu filmi sevdim. Büyük tutkuları olan insanlara olan saygımın bunda etkisi çoktur, tabi Miyazaki sevgimin de.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL0nStpg6zgLSrjriBChkR8PjH5Kz2BJPuGnZLWVCXLrgCK8wVNUSfDqA0CnBD_b89MfQL0pSzKIanlYcov6k9TFy6KX7BbHYB1mKKeGt53jS4unxhPJ5D7Po1-JfwFxzdbm8Qzg2wlN4/s1600/KazeTachinuTheWindRises_1JiroFirstchoice.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL0nStpg6zgLSrjriBChkR8PjH5Kz2BJPuGnZLWVCXLrgCK8wVNUSfDqA0CnBD_b89MfQL0pSzKIanlYcov6k9TFy6KX7BbHYB1mKKeGt53jS4unxhPJ5D7Po1-JfwFxzdbm8Qzg2wlN4/s400/KazeTachinuTheWindRises_1JiroFirstchoice.jpg" /></a></div>
<br>
Şimdiki bölüm başlık ne alaka diyenler için. Filmi izlerken, bir yandan da sürekli Cumhuriyet tarihinin önemli pilot ve uçak tasarımcısı olan <b>Vecihi Hürkuş</b>'u düşündüm. Adını pek kimsenin bilmediği Hürkuş, Jirô Horikoshi ile hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış ve aynı tutkulara sahip. İkisinin şartlarını karşılaştırıp durdum. Jirô'nun arkasında bir devlet var ve onu destekliyorlar. Vecihi Hürkuş'un arkasında da bir devlet var fakat bu devletin görevi destek değil tam manasıyla köstek. Bahsettiklerimi daha iyi anlamak için Vecihi Hürkuş hakkında detaylı bir yazı okumak isterseniz, M. Serdar Kuzuloğlu'nun blogundaki yazıyı öneririm. <a href="http://www.mserdark.com/vecihi-hurkusu-bilir-misiniz/" target="_blank">http://www.mserdark.com/vecihi-hurkusu-bilir-misiniz/</a>
<br><br>
Hatta şöyle bir sıralama yapabilirsiniz, önce Vecihi Hürkuş'un yaşadıklarını okuyun sonra bu filmi izleyin. İki ülke arasındaki zihniyet farkını görün. Yani kalkınmaya çalışan bir ülkeyle, kalkınMAmaya çalışan bir ülke arasındaki farkı.
<br>
sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-13801944425584882222014-09-09T17:14:00.002+03:002014-09-09T17:14:51.122+03:00Karşınızda Peter Sellers<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLrdNlaJU4J8wrF4W8AqGvHUMv3On7k1MMlDZY13dWhvBLoPIbrASa6wtOg7AuHNevDrmuNWl-sBkR4RiQLLppKrG7aWVt5wJCMJQxrIPUdtSq3OkKJ-GqsIR8qcnyOYll-kvAolQm3dw/s1600/sellers.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLrdNlaJU4J8wrF4W8AqGvHUMv3On7k1MMlDZY13dWhvBLoPIbrASa6wtOg7AuHNevDrmuNWl-sBkR4RiQLLppKrG7aWVt5wJCMJQxrIPUdtSq3OkKJ-GqsIR8qcnyOYll-kvAolQm3dw/s320/sellers.jpg" /></a></div><b>Peter Sellers</b> çok sevdiğim bir aktör olmasına rağmen biyografisini izlemekte biraz geç kalmış olduğumu itiraf edeyim. Ülkemizde <b>Karşınızda Peter Sellers</b> olarak gösterime giren <b>The Life and Death of Peter Sellers</b>'ın yapım yılı 2004. Peter Sellers rolünde <b>Geoffrey Rush</b> döktürüyor resmen.
<br><br>
Biyografi izlemek, özellikle sevilen bir insanın biyografisini izlemek ve hiç bilinmeyen yönlerini görmek, bazen içimizdeki o saf hayranlık duygusuna ket vurabilecek ve bizi hayal kırıklığına uğratabilecek kadar riskli olabilir. Tabi tam tersi hayranlığın artması mümkün.
<br><br>
Peter Sellers'ın hayatını izlerken yukarıdaki iki duygu arasında gidip geldim. Gerçekten çok yetenekli bir oyuncu olmasına ve her halükarda güldürmesine hayranlığım pekişti. Amma ve lakin hayatındaki kadınlara davranış şekli ile beni epey şaşırttı. Aslına bakarsanız, Peter Sellers'ın kadınlara nasıl davrandığını, bu filmi izleyene kadar hiç ama hiç düşünmedim fakat yine de şaşırdım. Neden? Birilerinin ortaya çıkardığı işi sevince, o kişiye de iyi anlamlar yüklüyoruz ve çizdiğimiz çerçevenin dışına çıkılınca anlamsızca şaşırıyoruz. Olay basit, Peter Sellers da hepimiz gibi iyisiyle kötüsüyle bir insan. Evet paranoyak, bencil, belki korkak, biraz kendine güvensiz ama insan. Hepsi bu!
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-yHqopRZrkH2KJKDHCNPXmgl3tj69_mjDITpMJMswq-Oc_G3_hq8tIf9qIFAbM39wZEyjC9bjH314LsuuJxUdGuxrIAZV0wfwV_OXv2YIO-7Tw8VxlUnYjdu9VgokyCVUCUuFDfuDLw8/s1600/LifeandDeath2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-yHqopRZrkH2KJKDHCNPXmgl3tj69_mjDITpMJMswq-Oc_G3_hq8tIf9qIFAbM39wZEyjC9bjH314LsuuJxUdGuxrIAZV0wfwV_OXv2YIO-7Tw8VxlUnYjdu9VgokyCVUCUuFDfuDLw8/s400/LifeandDeath2.jpg" /></a></div>
<br><br>
Üstelik de çocuk ruhlu ve ana kuzusu. Ana kuzusunu biraz açarsak, annesi Peg (Sellers da annesine Peg diye seslenir), onun hayatındaki baskın kişilik. Oğluna aşık, onu kadınlardan kıskanan, yönlendirici bir anne. Sellers'ın ünlü olmasını ve onu tanımamızı Peg'e borçluyuz.
<br><br>
Tabi Sellers da evliliklerinin yürümemesini büyük ihtimalle Peg'e borçlu. İlk karısı Anne, ondan ayrılırken "Artık bu küçük çocuktan çok sıkıldım. Neden erkek olamıyorsun?" der. Sellers küçük bir çocuk gibi annesinin kollarına koşar. Annesi ona hayatındaki kadınların da kendisini sorgusuz ve sonsuz destekleyeceğini düşündürmeyi başarmıştır.
<br><br>
Bir başka sahnede, arabasındaki çiziği tamir eden oğluna teşekkür etmek yerine tüm oyuncuklarını kırarak yanıt verir ve "Ben senin oyuncaklarınla oynuyor muyum?" der. Evler, arabalar, kadınlar ve özetle hayat Seller için bir oyun alanıdır.
<br><br>
Kariyerine radyo tiyatrosu ile başlayan ve sonrasında Peg'in tabiri caizse gaza getirerek sinemaya yönlendirmesiyle, yetenekleri fark edilen Sellers'ı hepimize tanıtan <b>Pink Panther</b> filmi olur. Zaten filmi izlerseniz, Sellers'ın oynadığı ünlü filmlerin de nasıl çekildiğini görebilirsiniz. Bu filmler arasında <b>Pink Panther Serisi, Dr. Strangelove, Being There</b> ve adını bugüne kadar duymadığım <b>Gazino Royal 007</b> var. Tabi tüm bu filmlerin yönetmenleri olan<b> Blake Edwards</b>, <b>Stanley Kubrick</b> ve <b>Hal Ashby</b>'nin de (sadece bir sahnede uzaktan yer verilse de adını yazalım) filmde sahneleri mevcut.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQRceY1Ph7diuihkbfcyFYLq3QwmxKZhV5cxT6qy6Kwmw9gWoK_07jQ8me2J_d9hBjh9jp7KkiXd9OOqArrI2H9XOHsyl_pSqIEcxbtg9ZobU2IGX-jsjsR4i_YQ_IGEsqGLQ5Z5Yb0hY/s1600/peter_sellers_main.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQRceY1Ph7diuihkbfcyFYLq3QwmxKZhV5cxT6qy6Kwmw9gWoK_07jQ8me2J_d9hBjh9jp7KkiXd9OOqArrI2H9XOHsyl_pSqIEcxbtg9ZobU2IGX-jsjsR4i_YQ_IGEsqGLQ5Z5Yb0hY/s400/peter_sellers_main.jpg" /></a></div>
<br><br>
<b>Geoffrey Rush</b> hakkında da bir kaç şey söylemek lazım. Zira kendisi Peter Sellers'ın daha iri olan ikizi gibiydi. Tabi bunda makyaj ve ışığın etkisi yadsınamaz elbette. Bazı sahnelerde gerçekten Sellers'tan ayıramadığım oldu. Ayrıca <b>Charlize Theron</b> tüm güzelliğiyle Peter Sellers'ın ikinci karısı <b>Britt Ekland</b> rolünde.
<br><br>
Meraklısına daha önce yazdığım <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2010/08/being-there-sans-m-akl-m.html" target"_blank">Being There</a> ve <a href="http://kompaktdisk.blogspot.com.tr/2011/01/blake-edwards-filmleri.html">Blake Edwards</a> makalelerini de öneriyorum. Filmi epey keyifle izledim. Sizin de aynı keyifle izleyeğinizi düşünüyorum.
<br><br>
İyi Seyirler.sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-46276551118452831642014-08-22T15:48:00.000+03:002014-09-24T17:45:26.934+03:00Cuma Şarkısı: John Legend / Who Did That To You <div style="float: left; margin-bottom: 20px; margin-right: 10px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicBUDO8JuQTWCOm4eqjB7ZrZMAxeZPTo1-tXaoXIeZNIPgxJqXyidg2H4iXBZiT6ixy49Lj376mNVMYSPiuDt9XGKQZdlN5j3Pj-98PYM2Ld-p5mFcLqMYYcA7U6zal6-8uRTuF7BiOwU/s1600/django-unchained03.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicBUDO8JuQTWCOm4eqjB7ZrZMAxeZPTo1-tXaoXIeZNIPgxJqXyidg2H4iXBZiT6ixy49Lj376mNVMYSPiuDt9XGKQZdlN5j3Pj-98PYM2Ld-p5mFcLqMYYcA7U6zal6-8uRTuF7BiOwU/s1600/django-unchained03.jpg" height="182" width="320" /></a></div>
Bugünün şarkısı <b>Quentin Tarantino</b>'nun <b>Django Unchained</b> filminin soundtrack'inden. Bence soundtrack'in en başarılı şarkısı olan <b>Who Did That To You</b>. Yorumcu ise <b>John Legend</b>
<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="360" src="//www.youtube.com/embed/34I2dCO8U8A" width="600"></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-37459245299383879772014-08-01T21:17:00.003+03:002014-08-01T21:17:34.608+03:00Cuma Şarkısı: alt-J (∆) - Hunger Of The PineBu cumanın şarkısı <b>İngiliz Indie Rock grubu alt-J</b>'den <b>Hunger Of The Pine</b>. Bu leziz şarkı Haziran ayında piyasaya çıkan grubun İkinci ve son albümü <b>This Is All Yours</b>'tan ilk dinlediğimiz şarkı oldu. Sonrasında da çok güzel bir video ile tamamlandı.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLbKKg8bsICmSpKS8vlnvezMM5LIt2ZEAUTibsooSK5WTTS0Y35DjTmiyhgTDe29L4h6vxQJBdvcpogCkwQwx9CaJmjtqHwGuRi1Ewl3KPnuVjoe-e4FFTYi9ybgz7-7NEmvoMIiOev-Y/s1600/altj600.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLbKKg8bsICmSpKS8vlnvezMM5LIt2ZEAUTibsooSK5WTTS0Y35DjTmiyhgTDe29L4h6vxQJBdvcpogCkwQwx9CaJmjtqHwGuRi1Ewl3KPnuVjoe-e4FFTYi9ybgz7-7NEmvoMIiOev-Y/s400/altj600.jpg" /></a></div>
<br>
Grup 2007'de kurulmasına rağmen ilk stüdyo albümü olan <b>An Awesome Wave</b> 2012'de yayınladı.
<br><br>
<iframe width="480" height="315" src="//www.youtube.com/embed/dCCXq9QB-dQ" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-49951503957717142142014-07-25T15:33:00.001+03:002014-07-25T15:33:10.747+03:00Cuma Şarkısı: Fujiya & Miyagi - Uh!Bugün 2 haftalık bir tatile çıktığım için, enerjisi yüksek bir şarkı paylaşacağım.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjd8naoqrUiKqdGKHT3fNyNqDT0v7qMvV1e9hTrR5TNPGXuhX1evJ__rOWkymTalm6SL78skHP5v7SssXHtfXnF1nMumux7xq2_nDBHVPN1jmdlCakZMMgOX8qA-XfqLDRToc31uhsBegc/s1600/fujiya-miyagi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjd8naoqrUiKqdGKHT3fNyNqDT0v7qMvV1e9hTrR5TNPGXuhX1evJ__rOWkymTalm6SL78skHP5v7SssXHtfXnF1nMumux7xq2_nDBHVPN1jmdlCakZMMgOX8qA-XfqLDRToc31uhsBegc/s400/fujiya-miyagi.jpg" /></a></div>
<br>
İngiliz grup <b>Fujiya & Miyagi</b>'den <b>Uh!</b>. Şarkı aynı zamanda <b>Breaking Bad</b> 1. sezonunda çaldı. İlk dinleyişim de o zaman denk düşer.
<br><br>
<iframe width="480" height="315" src="//www.youtube.com/embed/MTWix4mIP4A" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2170272829969962574.post-57676641000518082592014-07-22T16:33:00.003+03:002014-07-23T11:51:45.196+03:00 Balkanlardan Siyasi Mizah: Ko to toma peva / Who Sings Over There<br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6zBzsT-qmWJnBw-niofhAFaKd2uHiXQPHkwHj9zY90Zbt7u0CagNsFu0MbBYN2yx1c30icXjbBmOleBnOYnW_eQgbjfgda9BK2PU2q2140oVL6GaRnZxnTL0J7vPhEoFjrLYzBqgZ70E/s1600/Ko_to_tamo_peva.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6zBzsT-qmWJnBw-niofhAFaKd2uHiXQPHkwHj9zY90Zbt7u0CagNsFu0MbBYN2yx1c30icXjbBmOleBnOYnW_eQgbjfgda9BK2PU2q2140oVL6GaRnZxnTL0J7vPhEoFjrLYzBqgZ70E/s320/Ko_to_tamo_peva.jpg" /></a></div>
<b>Ko to tamo peva (Who Sings Over There / Şarkı Söyleyen Kim) 1980 yapımı bir
Yugoslavya filmi.</b> Artık Yugoslavya diye bir ülke olmadığından Sırp filmi diyebiliriz.
<br><br>
Film, İkinci Dünya Savaşı döneminde geçiyor. 1941 yılında Nazi Almanya'sının Yugoslavya'ya girmesiyle, Sırplar da bu savaşa dahil olmuştur. Savaş acıyı da beraberinde getirir. Bu acı üzerinden pek çok film çekildi. <b>Ko to tamo peva</b>'yı farklı yapan ise savaşın etkilerini ve toplumsal sınıf farkını, mizahi bir dille anlatması.
<br><br>
<b>Filmin konusuna gelirsek, toplumun çeşitleri kesimlerinden bir grup insanın otobüsle başkent Belgrad'a ulaşmaya çalışmasını izliyoruz.</b> Bu bir grup insan arasında; askerdeki oğlunu ziyaret etmeye giden bir savaş gazisi, sakar bir avcı, hasta bir adam, kötü bir şarkıcı, Nazi hayranı olan ve bunu her fırsatta dile getiren disiplin takıntılı bir adam, şarkı söyleyen iki çingene çocuk ve sonraki durakta otobüse binecek olan yeni evli genç bir çift var. Otobüsün kontrolünü elinde bulunduran şoför ve şoförün kıt akıllı oğlunu da eklersek, birbirinden ilginç karakterlerin olduğu zorlu yolcuğu başlayabiliriz.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJAbysOZqUdzIqZndYkxUuHmBefRGEOsb6x6eteO_PWqiQN7fgVwh6je9xOtHtpPBjuyg2Yb9pmmRssP0Pl-z_Yfq3VsLflBUNrI-4vqfLJo4lUxFsDPZOQiukpIKnTAAB4XiM0ocKDtY/s1600/116184_sudbine-nenad-kostic_f.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJAbysOZqUdzIqZndYkxUuHmBefRGEOsb6x6eteO_PWqiQN7fgVwh6je9xOtHtpPBjuyg2Yb9pmmRssP0Pl-z_Yfq3VsLflBUNrI-4vqfLJo4lUxFsDPZOQiukpIKnTAAB4XiM0ocKDtY/s400/116184_sudbine-nenad-kostic_f.jpg" /></a></div>
<br>
Çingeneler bir nevi anlatıcı konumunda. Film onların şarkısıyla açılıyor ve her bölüm sonunda yine ikilimiz şarkı söylüyor. Otobüse binerken Nazi hayranı olan adamın <b>"çingenelerle aynı otobüse mi bineceğiz?"</b> sorusuna maruz kalıyorlar. Otobüs şoförünün <b>"parayı veren düdüğü çalar"</b> cevabıyla da sorun ortadan kalkıyor. Onlar için bir dışlanma sebebidir fakat çingenelerin milliyetsiz olması en sevdiğim özellikleri. Tabi bu bizim ülkemizde yaşayanlar için geçerli değil. Ne yapıp edip onları da milliyetçi yapmayı başarmışız.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJcpNfrJFhxImriEJsf21R63ysZAkeY0Qw9ovlpf38xs77R1BcbATmQR5pEV7v9dUPyPgJvY7M7Nba0Q3WHaKGuPec8tMl7WQbC5-NEG46Cwgge9xot6_j4b0Fn6BzqtZbOvfy21w33YY/s1600/mercedesbenz-o3500_8260f.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJcpNfrJFhxImriEJsf21R63ysZAkeY0Qw9ovlpf38xs77R1BcbATmQR5pEV7v9dUPyPgJvY7M7Nba0Q3WHaKGuPec8tMl7WQbC5-NEG46Cwgge9xot6_j4b0Fn6BzqtZbOvfy21w33YY/s400/mercedesbenz-o3500_8260f.jpg" /></a></div>
<br>
Sistemin içinde bir şekilde sindirilmiş olan bu insanların, otobüs durağındaki bekleyişiyle başlıyoruz hikayeye. Otobüs her göründüğünde çalan müzik bile başlarına gelecek acayip olaylara hazırlıyor bizi. Müzikle beraber bozkırın ortasından kırık dökük, tahta sandalyeli, sobalı eski bir otobüs geliyor. Yolcular itiş kakış otobüse biniyor. Herkes durakta beklerken, bir sonraki durakta binerim diyerek ayrılan avcı, yolda yürürken otobüse rastlıyor ve binmek istiyor. Şoför otobüse alırsa tabi. Kural kuraldır. Otobüse durakta binilir. Etrafta koca bir hiçlik olmasına rağmen bozkırın ortasında bile bu kurallara sadık kalmaya çalışan bir zihniyet var. Daha doğrusu Nazi işgalinin ve disiplinin topluma nüfuz etmesinin en güzel örneği.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJXLlkAKxCKg-o4mBCKifY-0u70ALJbEuEXkmKurJvYeEFkqt-8pzqH9FGLwuYlfIt14xS0shTdDmevDozEkNIfAS7DFCYPBtATldWhyxOMvR01nAZ2kfAfDy0FK36iqUSv1LLCHwDrSg/s1600/11091_4_screenshot.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJXLlkAKxCKg-o4mBCKifY-0u70ALJbEuEXkmKurJvYeEFkqt-8pzqH9FGLwuYlfIt14xS0shTdDmevDozEkNIfAS7DFCYPBtATldWhyxOMvR01nAZ2kfAfDy0FK36iqUSv1LLCHwDrSg/s400/11091_4_screenshot.png" /></a></div>
<br>
Kurallara sıkı sıkıya bağlı şoförümüz, kendi ihtiyaçları için kafasına göre mola vermekte ve oğluna gözü kapalı otobüs sürdürmekte bir sakınca görmez. Durup otobüse domuz almak veya gözü kapalı bir şoför, yolcular için sorun olabilir ancak. Nereye gittiğini göremeyen bir şoförün ilk işi askeri bölgeye girmek olur. Şoför ve oğlu devleti temsil eder. Kuralları belirleyen, halkı sindiren ve gözü kapalı yaptığı ilk icraatında rotasını askere çeviren. Sonraki engel, yolun kendi tarlasından geçtiğini iddia eden ve geçiş için para
isteyen bir köylüdür. Şoför ve oğlu ufak tefek köylü engelini, onu yoldan çekerek aşarlar. Sonrasında köylü iri ve kuvvetli oğullarından yardım ister ve otobüsün lastiğini patlatırlar. Şoför bu engeli kendi istediği gibi aşamayacaktır. Köylünün istediği geçiş ücretinin iki katını yolculardan toplar ve yarısını kendisi alır. Toprak sahibi ve devlet, halkı dolandırmıştır.
<br><br>
Yeni evli çift ile otobüse kadın bir yolcu dahil olur. "Denizi görmek için evlendim" diyerek, özgürleşmek için başka çaresi olmadığını anlatır bize yeni gelin. Zaten bu amaç için de erkekten çok çocuğa benzeyen biriyle evlenmiştir. Çiftin otobüste oynaşmasına karşı çıkan yolcular ise, ilerleyen bir
sahnede, çifti ormanda gizlice sevişirken röntgenlemekte beis görmez.
<br><br>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTpR3FKrxhCZ958Yz_LNnfCjic4IMS5aaxJndsc0X3Pt-k6FvobrgujYaX6HM46yhu3EYER7i0KQ3oe0UHd57ZO-Jxc913IsH6gTnk_Ci87LqCJFcCHxeM-SMFERFNxeRrm104EBF8mD0/s1600/15316.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTpR3FKrxhCZ958Yz_LNnfCjic4IMS5aaxJndsc0X3Pt-k6FvobrgujYaX6HM46yhu3EYER7i0KQ3oe0UHd57ZO-Jxc913IsH6gTnk_Ci87LqCJFcCHxeM-SMFERFNxeRrm104EBF8mD0/s400/15316.jpg" /></a></div>
<br>
Filmi daha fazla anlatmayacağım. İlerleyen sahnelerde otobüsü yine zorlu engeller beklemektedir. Otobüsün bir türlü Belgrad'a gidemeyişi ve bu yolculuk süresince başlarına gelen olayları izliyoruz. Mizah dozu yerinde ve alt metinleri çok sağlam bir film. İzlerken kahkaha atabilirsiniz. Tam <b>"güldürürken düşündürdü"</b> cinsinden.
<br><br>
Sözün özü ben filmi çok sevdim. <a href="http://www.imdb.com/title/tt0076276/" target="_blank">imdb.com</a>'da 8.8'lik bir puana sahip olmasına rağmen az bilinenlerden. Öyle ki filmin tamamı <a href="http://www.youtube.com/watch?v=A1kVWe0zCOw" target="_blank">Youtube</a>'a yüklenmiş.
<br><br>
Tarz olarak örnek vermek gerekirse, ünlü Sırp yönetmen <b>Emir Kustarica</b>'nın <b>Underground (Yeraltı)</b> filmine benzetilebilir. Underground'da da Yugoslavya'nın parçalanışı metaforlar ve mizahi bir dille anlatılıyordu.
<br><br>
İyi Seyirler.
<br>sözde yazarhttp://www.blogger.com/profile/05382225191464003408noreply@blogger.com0