Kompakt Disk Blog

"Dinle, oku, gör: Müzik, kitap, film"

Amadeus: Tanrı'nın Sevgili Kulu

Hiç yorum yok
Salieri: Beni yalnız bırak.
Peder: Acı içindeki bir ruhu yalnız bırakamam.
Salieri: Kim olduğumu biliyor musun?
Peder: Hiç farketmez. Bütün insanlar Tanrı’nın gözünde eşittir.
Salieri: [Alay ederek eğilir] Eşitler mi?

Yukarıdaki diyalogda başı çeken isim 1750 - 1825 yıllarında yaşamış, İtalyan klasik müzik sanatçısı ve besteci Antonio Salieri. Avusturya Krallığına bağlı bir müzisyen. Mozart'ı zehirleyerek öldürdüğü iddia edilir. Fakat bununla ilgili net bir kanıt bulunamamıştır. Aslında o dönemde, Salieri ve Mozart'ın arasında tam olarak ne geçtiğini de bilemiyoruz. Müziğin dahi çocuğu Mozart, genç yaşta (35) hayatını kaybettiğinde, yazılan biyografilere, ilgi çekmesi için bazı eklemeler yapılmış. Sonrasında oluşan bilgi kirliliği günümüze kadar gelmiş.

Dolayısıyla bu film, "Based on the true story" değil de hem ölümü, hem mezarı şaibeli olan, Wolfgang 'Amedeus' Mozart'ın yaşanmış olması mümkün olan bir biyografisi diyebiliriz. Filmde, Mozart'ı, Salieri'nin gözünden izliyoruz. Daha doğrusu Salieri'nin Mozart takıntısını, hayranlığını ve nefretini izliyoruz. Bu durum bir nevi Salieri biyografisi olarak algılanmasına da sebep olmuş ve hemen arkasından filmin isminin neden Amadeus olduğu eleştirileri gelmiş. Amadeus 'Tanrının sevgilisi, Tanrı'nın sevdiği kul' anlanıma gelen Latince bir kelime. Mozart'ın müzik yeteneklerinden dolayı kendisine bu isim sonradan verilmiştir. Salieri'nin de eleştirdiği nokta budur. Aslında dünya adaletsiz bir yerdir. Kimi insanların çok çalışarak elde etmeye çalıştığı bilgi, beceri seviyesi, kimi insanlar için hiç çaba gerektirmez. Yaptığı bestelerinin kopyasını bile yapmaya gerek duymayan, duyduğu şarkıları tek seferde ezberleyip üstüne nota hatalarını düzelterek çalabilen Mozart ilk gruptan. Salieri ise pek çok insan gibi ikinci gruptan. Çok çalışkan, disiplinli, dikkatli, hırslı ve müzik aşkıyla yanıp tutuşmakta. Ona göre tam da olması gerektiği gibi. Salieri'nin derdinin Mozart ile olduğunu düşünürsek Amadeus filmin ismi için en doğru seçim.


Filme giriş yapmadan önce belirteyim, filmi dün 2. kez izledim. Olası bir gelecekte tekrar izleyeceğime de eminim. Bana göre bir film nasıl olmalının cevabı 'Amadeus'. Açılış sahnesinden, kapanış sahnesine kadar dolu dolu bir 3 saat. Klasik müziğe doyacağınız, Mozart'ın kahkahalarına eşlik edeceğiniz, aşk ve nefret arasındaki o ince çizgiyi sorgulayacağınız bir 3 saat. Yönetmen Milos Forman. Yine çok sevdiğim filmlerden olan One Flew Over the Cuckoo's Nest (Guguk Kuşu) ve Man on the Moon (Aydaki Adam) filmlerini de yönetmiştir. Ve tüm bu filmlerden bolca Oscar, Golden Globe ödülü kazanmıştır. Başrollerde ise F. Murray Abraham (Salieri) ve Tom Hulce (Mozart) var.

Hikaye anlatıcımız Salieri olduğu için film onun yaşlılığı ile başlar. Mozart'ı öldürdüğü için vicdan azabı çekmektedir ve kendisini de öldürmeye çalışır. Henüz küçük bir çocukken Tanrı'yla anlaşma yapmıştır. Tek istediği müziğiyle anılmak, çok sevilmek ve yıllar sonra bile unutulmamaktır. Tıpkı Mozart gibi. Bunun karşılığında Tanrı'ya bekaretini saklamayı vaat eder. Tanrı, çekmesi gereken vicdan azabını yeterli görmemiş olacak ki, kendisini öldüremez. İşte bu inanılmaz acıyı F. Murray Abraham'ın oyunculuğundan çok net anlayabiliyoruz. Yaptığı anlaşmayı bozan, onun yerine Mozart'ı ve onun müziğini dünyaya tanıtması için seçen Tanrı, şimdi de onu öldürmeyerek cezalandırmaya devam eder.


İntihar teşebbüsünden dolayı gittiği akıl hastanesinde, yukarıdaki diyaloğun taraflarından biri olan pedere tüm hikayeyi anlatmaya başlar. Burada bir es verirsek Milos Forman'ın Guguk Kuşu'ndaki etkileyici akıl hastanesi sahnelerini bu filmde de görebiliyoruz. Adamın delilere karşı bir hassasiyeti var.

Salieri, Mozart'ın çocukluğundan beri çeşitli krallıklarda çaldığından haberdardır ve müziğine hayrandır. Fakat onu daha önce hiç görmemiştir. Nasıl bir adamdır bu hayranlığı beslediği kişi ve bu hayranlığı hak ediyor mudur? Bir gün Viyana Kraliyet Sarayı'na gelen Mozart'ı kalabalık arasından, gözlemleyerek tanımaya çalışır. Bir şekilde, korkunç kahkahası ile bir kadınla oynaşan adamı izlemeye başlar. İçeriden müziğin sesini duyan Mozart 'Benim müziğim, bensiz başladılar' telaşıyla oradan ayrılır. Ve bingo! İşte ilk hayal kırıklığı. Bu küstah adam, Salieri'nin onun gelişi için bestelediği müziği de tek dinleyişte çalmış ve eklemeler yaparak güzelleştirmiştir. Mozart, Salieri'nin zıt karekteridir. Havai, uçuk kaçık, kadın düşkünü, içki içen, eğlenmeyi seven ve parasını asla kontrol edemeyen. Ve Tanrı, müziğini duyurmak için bu adamı seçmiştir. Neden? Eğer kendisi müziğiyle sevilmeyecekse, neden bu bitmek tükenmek bilmeyen müzik aşkı ile yaratılmıştır. Kıskançlık, haset gibi duyguların insana neler yaptırabileceği malum. Bu duygunun insanın içine yerleşmesi ise an meselesi. İşte o an Salieri, hayran olduğu bu adamdan nefret etmeye başlar. Şu soru her şeyi özetliyor: Tanrım, neden bu adama bu yeteneği verdin ve neden bana sadece onun yeteneğini anlayabilecek bilgi verdin?

Bu arada, yukarıda bahsettiğim 'Mozart'ı tanımaya çalışmak' bize çok uzak bir kavram olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Bu devirde biri ünlü olacak ve onu tanımayacağız. Bu imkansız.


Mozart'ın tutarsız davranışları Salieri'nin en büyük yardımcısı olacaktır. Verdiği konserlerden epeyce para kazanmış olmasına rağmen yine de parasızdır. Hesabını bilmez, tabiri caizse har vurup harman savurur. Bu bilgiler Mozart'ın bilinen hayatı ile örtüşüyor. Döneminde pek çok insandan çok kazanmış fakat hep parasız kalmış, herkesten borç istemiştir. Yine zor durumda iken, öğrencilere ders vermek ister. Salieri'den yardım ister ve umduğu gibi yardım alacağının sözünü alır. Fakat Salieri'nin Mozart'a yardım etmek gibi bir niyeti hiç olmamıştır. Mozart ise bunu hiç fark edemeyecek kadar çocuktur. Mozart'ın genç kızları taciz ettiğine dair söylentiler yayar. Bu söylentiler işe yarayacaktır ve Mozart'ın çocuklarına ders vermesini kimse istemeyecektir. Hatta yazdığı operaların sahnelenmemesi için de elinden geleni yapar Salieri. Özellikle Mozart'ın karısı iş istemek için gittiğinde, bir kadına yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmış, yardımı karşılığında gece odasına davet etmiş ve birlikte olmamıştır. Hem Tanrı'ya verdiği sözü tutmuş hem de Mozart'dan intikam almıştır.


Film 3 saat olunca anlatacak çok şey oluyor. Sanırım artık, film içeriğini burada kesmeliyim. Kısaca bahsetmek gerekirse, hepimizin bildiği Türk Marşı'nın bestelenme süresi ve yine Türkleri anlatan 'Saraydan Kız Kaçırma' operasından da sahneler izliyoruz. Ayrıca Mozart'ın son bestelerinden, ünlü Ölüm Ayini(Requim)'ninde bestelenme sürecine tanıklık ediyoruz. Hikayenin doğruluğu hakkında bir bilgi yok. Fakat Mozart'ın bu besteyi kendi ölümünü düşünerek yaptığını söyleyenler var. Requim'i bestelerken Mozart, içten içe ölümü çağırır. Mozart'ı müzik dünyasına kazandıran babası Leopold'da filmde kısa da olsa bulunmakta. Gerçek hayatta babası Mozart'ın en değer verdiği kişidir ve birlikte pek çok ülke dolaşmışlardır. Filmi Salieri'nin anılarından izlediğimiz için bu detaylar elbette filmde yok.

Bir yandan da Mozart'a üzülmekten kendinizi alamıyorsunuz. Evlilik, para ve şöhreti kaldıramayan, sorunlarıyla yüzleşemeyen dahi bir çocuk. Hayat onun gözünde içinde mükemmel müziğinin olduğu bir oyun bahçesi.

Sanırım ben bu filmi, aşk ve nefreti bir arada anlattığı için seviyorum. İnsan psikolojisini, bir amaç için yapılanları ve yapılanların olası sonuçlarını gösterdiği için de seviyorum. Klasik müziğe doyacağımız sahneler de hikayenin olmazsa olmazı. Ayrıca film 1984 tarihli olmasına rağmen, ilk izlediğimde filmin tarihine bakıp yuh dediğimi de hatırlıyorum. Görüntü kalitesi, sahneler, oyunculuklar hepsi muazzam.

İyi seyirler.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder